Eylül başından beri yurdumuzun birçok yöresinde "Bağ Bozumu" şenlikleri, festivalleri yapıldı. Bir kaçı da bu ayın ilk haftalarına sarktı.  Bağ bozumu denilince hemen aklıma Ankaralı Aşık Ömer'in, asıl adıyla Behçet Kemal Çağlar'ın "Ürgüp'te Bağ Bozumu" adlı şiirini hatırlarım.  Doyamam tadına. Bir yazımda aktarmıştım:

"Çek git dedim sana, gel git mi dedim,
Sesimi mi içti, kulağın sarhoş.
Ne bu dolanışın kapımda benim?
Üzüm mü çiğnedi ayağın sarhoş.

Var ise aklını bağda yitirdin,
Yerine bir salkım dirmit getirdin.
Su yerine şaraba mı batırdın?
Saçın darmadağın, tarağın sarhoş.

Kafan duman, seçemezsin yüzümü,
Aman, gözüm sanıp sevme üzümü,
Geldi gönlümdeki bağın bozumu;
Onu tadamazsın, damağın sorhoş.
.............."

Evet şiir böyle devam ediyor. Hani Kemalettin Kamu diyor ya: "Ben gurbette değilim / Gurbet benim içimde"   İçimizdeki, gönlümüzdeki bağlar bozuluyor gayrı. Fırtınası olsa ne olur, olmasa ne olur.
Diyeceksiniz ki,  bu aziz mübarek ramazan gününde bağ bozumundan, üzümlerden, şaraptan söz etmenin ne gereği var. Yarım yüzyılı  bir hayli aşmış yaşından utanmıyor musun? Ramazanın eskisinden yenisinden, bayramlardan geçen yıl söz ettim. Bizim Gazete'de, başka dergilerde yazdım, rodyoda anlattım. 
Derler ki, "Ayının bildiği kırk türkü vardır, kırkı da ahlat yani armut üzerine."  Kimse beni "ayı"ya benzetmesin diye bu yıl ramazandan söz etmeyeceğim. Çünkü söz ettikçe daha sık gelmeye başladı. Tabi bu işin şakası. Biz yine gelelim bağ bozumuna. 
İzmir üzerine çok şiir yazılmıştır. Ama Ceyhun Atuf Kansu'nun bir dizesi var ki bayılırım: "Bağ bozumu kokan, tatlı İzmir..."
Bağ bozumunun kokusunu içinizde duyabiliyor musunuz. 
Geleneklerimize göre, bağ bozumu zamanı öncelikle bağı ve bahçesi olmayanlar davet edilir. Ev sahibi bir yandan bağ bozumunda kullanılacak araç ve gereçleri  temin ederken, öte yandan vereceği ziyafetin hazırlıklarındadır. Diğer taraftan davet edeceği kişilerin listesini hazırlar. Daveti yapması için köyün öğretmenini ya da köyün bir büyüğünü bulur.  Sabah erkenden genç kızlar, gelinler ellerinde bağ bıçakları, kollarında selelerle üzüm kütüklerinin altına otururlar. Önce sergilik üzümler kesilir. Daha sonra sıra pekmezlik üzümlere gelir. Delikanlılar ve erkekler dolan seleleri taşırlar.
Sergiler serilirken, imecenin bir bölümü de şıralar çıkarmaya, kalaylı kaplara doldurmaya başlamıştır. Bu arada davetliler de birer ikişer bağa gelmeye başlarlar.Kesilen koyunların etinden yapılan külbastılar ve kavurmaların kokusu bağı sarıverir. Bakraç bakraç çemenler ortaya getirilir. Bu işler birkaç gün sürebilir.
Geceleri, pekmez ocağının başında gençler, genç kızlar, gelinler, halay çekerler, bağın her köşesinde bir şarkı, türkü sesi yükselir. Aydın Hatipoğlu'nun dizelerini hatırlamadan geçemezsiniz: "Duman sarmış dereleri / Geceye direnir bülbül / Alnında dağ otlarının kokusu / Dudağı bağ bozumu / Dili bal"
Pekmez kazanlarının altında yanan ateşin çıngısı kaç yüreğe düşmüştür kimbilir? Varsın düşsün. Bize bugün bunların nostaljisi kaldı. Nostalji zaman zaman o kadar ağır basıyor ki, birkaç damla gözyaşının süzülmesine engel olamıyorsunuz. 
Size Ahmet Muhip Dranas'ın "Kara Gözlerin" adlı şiirinden bir bölüm aktarayım ve yazıma nokta koyayım:
".............
Şimdi o gözlerde,
Vakitsiz yağan yağmurlar var,
Hasat mevsimi bitmiş bahçelere
Sağnak sağnak yağacaklar,
Belki gönlünde gökkuşağı açacak
Ama, altından çocuklar geçmeyecekler.
Su yerine zehir akacak ırmaklarından,
Hiç kimse içmeyecek...
ya Ben,
Şimdilerde bir bağ bozumu hüznü var içimde,
Üzümlerim gazap üzümü
Şaraplarımsa gözyaşları...
Sen güz güneşinde, sanki kanadı kırık bir kuş,
Konmuştu bahçeme,
Ona şefkatle eğilirken
Pır diye uçtu birden
Kırık sandığım kanatlarındaki sahtelik,
ve inancımla birlikte."