Dünkü yazımda yalnız şerbet üzerinde durmuş yâre şerbet ezmiştim. Bugün da şerbeti anlatırken ayranı ekleyeceğim. Şerbetle ilgili deyimlerimiz var: Şerbet gibi havalardan, şerbet gibi insanlardan, şerbetten nafaka çıkarılan günlerden söz edilir.

Nabza göre şerbet vermek: Birinin hoşuna gidecek, eğilimlerine cevap verecek biçimde davrananlara" Nabza göre şerbet vermeyi iyi biliyorsun," derler. Kan kusup kızılcık şerbeti içtim demek, dertlere göğüs gerip, içine atmak, isyan etmemek, sabretmek anlamında kullanılır. 

Şerbetlerle ilgili geleneklerimizin çoğu inanışlarımıza dayanır. Örneğin, hazırlanmış olan şerbet, nikâh kıyıldıktan sonra meydana getirilir. Dede, evlenecek çocuklara şerbet ikram eder. Çünkü Hz. Muhammed,  kızı Hz. Fatıma'yı Hz. Ali ile evlendirdiği zaman baldan şerbet yaptırıp, Hz. Ali ile Hz. Fatıma'ya sunarak "Yaşamınız bu şerbet gibi tatlı ve mutlu olsun" diyerek dua etmiş.

Çocuklarımızın da yaşamlarının şerbet gibi tatlı ve mutlu olması için dua edilir ve orada bulunanlara şerbet ikram edilerek örf ve âdetlerimiz yerine getirilir.

Halk inanışlarına göre, rüyada içilen şerbetin rengi sarı ise, hastalığa; gül, bal, vişne, nar veya üzüm gibi şurup ve şerbetleri içmek, sağlam bir bünyeye sahip olduğuna; hiç bilmediği bir şurubu içmesi, ilme yakın olmasına işaretmiş.  Rüyada şerbet içtiğini görmek, malınızın ve de paranızın sağlayacağı imkânlarla ömrünüzün sonuna kadar esenlik içinde yaşayacağınızı belirtirmiş. Şerbet dağıttığını görmek ise insanları mutlu edecek davranışlar içine gireceksiniz demekmiş.  Loğusa şerbeti içmek de çocuk sahibi olunacağına yorumlanıyor...

 "Susadım gayet hararetten kati

Sundular bir cam dolusu şerbeti

Şerbeti karşımda tutdu hûriler

Bunu sana verdi Allah dediler...."

Süleyman Çelebi Mevlid'in Velâdet Bahrinde Peygamberin doğumunun ardından sunulan şerbeti böyle tanımlıyor.

İftar sonrası üzerinize ağırlık çöküyor, tembelliğiniz, halsizliğiniz artıyorsa şu içecekler tam size göre...

Gül, ahududu, böğürtlen, meyan kökü, kızılcık, demirhindi gibi geleneksel şerbetler, iftar sonrası oluşan halsizliğe ve mide rahatsızlıklarına birebir.

Bir zamanlar şerbet takımları gelinlerin çeyizlerinin de özel parçaları arasındaydı. Şerbetçiler de özel kıyafetlerini giyer, omuzlarında İbrikleri ile dolaşırdı. Onlar eski İstanbul fotoğraflarının en belirgin imgesiydiler.

Yeni camiin çeşmelerinden, bal şerbeti ikram edilirdi. Rivayete göre her akşam özel olarak alınmış olan 33 kg baldan şerbet yapılır ve dağıtılırmış. Eğer Ramazan yaz ayına rastlarsa içine buz atılırmış

Evliya Çelebinin Seyahatnamesinde sözünü ettiği sokaklarda; "Güllabım şerbetim leziz" diye dolaşan şerbetçiler kalmadı. Şerbet kültürünün asırlarca oluşturduğu beşeri ilişkiler bütününü kaybettik.

Osmanlılarda idamlık mahkûmlar üç gün boyunca zindanın soğuk odalarında bekletilirdi. Mahkûmun, affedilmesi için dua etmekten başka elinden bir şey gelmezdi. Üçüncü gün sonunda zindanın demir kapısı açılır ve elinde tepsiyle, bostancı başı görünürdü. Tepsideki bir kadeh şerbeti mahkûma sunmak için gelen bostancı, saygıda kusur etmezdi. Mahkûm, bostancı başının getirdiği kadehin renginden akıbetini anlardı. Eğer şerbet, beyaz kadehle gelmişse affedildiğine, kırmızı kadehle gelmişse idam edileceğine işaretti.  Az sonra içeceği buz gibi şerbet,  onun ecel şerbeti olacaktı. Ecel şerbeti türkülerimiz içinde de vücut buldu:

 "Drama köprüsünü gece mi geçtin

Ecel şerbetini ölmeden içtin"

Kırsal kesimde sıcak yaz günlerinin en sevilen içeceği şüphesiz ki ayran...  İçimi leziz, serinletici ve ferahlatıcı etkisinin yanında ayranın insan sağlığı açısından faydaları saymakla bitmiyor. Ayran, sindirim sistemindeki olumsuzlukların giderilmesine yardımcı oluyor. Vücudun sıvı akışını dengelerken,  normal kan basıncını sağlamak için gereken potasyumu sağlıyor. Pek çok geleneksel yiyeceğimiz yanında olmazsa olmaz olan bir içecek. Bu yiyeceklerin başında çiğ köfte geliyor. Maraş türküsünü anımsadınız mı? 

 "Çiy köfteler ne acı / Ayran bunun ilacı / Çok yuğur gelin bacı  / İlle canım çiy köfte"

         Fatih Sultan Mehmet bir Anadolu seferi dönüşünde,  hava oldukça sıcaktı. Bu sıcaktan herkes gibi padişah da nasibini almıştı. Yorgundu.

Kendisini bu halde gören bir köylü kadını bir tas içerisinde ona ayran ikram etti. Fatih, ayranın üstünde iki üç tane saman çöplerini üfleye üfleye ayranı içti. Sonra da kendisini bir ana şefkatiyle seyreden ihtiyar köylü kadına:

"Allah razı olsun. Ama şu saman çöpleri ayranı bir nefeste içmeme engel oldu," dedi. Anadolu'nun ihtiyar anası şu yanıtı verdi:

"Oğul, ben onları ayranın üzerine kasıtlı koydum. Sen uzak yoldan geliyorsun. Terlemişsin. Soğuk ayranı bir yudumda içersin de hasta olursun, diye böyle yaptım..."