Her Türk evladı anasından bu sözü duymuştur " Ayağını sıcak tut oğul " Ne demiş atalarımız, Ayağını sıcak tut, başını serin; gönlünü ferah tut düşünme derin. Hastalıktan korunmak, vücudumuzu yıpratmamak istiyorsak ayağımızı sıcak, başımızı serin tutmalıyız; olur olmaz şeyleri sıkıntı konusu yapmamalı, geniş yürekli olmalıyız diyor atalarımız.

AVRUPA'NIN AYAĞINI ISITIYORUZ

Soğuk kış günlerini yaşadığımız bu günlerde analarımızın ördüğü yün çoraplar hastalıktan korunmamıza vesile oluyor. Çorap deyip geçmeyelim, Türkiye çorap üretiminde uluslararası ticaret merkezi verilerine göre, Çin'in ardından dünyanın en büyük ikinci çorap ihracatçısı durumunda bulunuyor. Dünya çorap üretiminin yaklaşık %9'unu Türkiye gerçekleştiriyor. 
 Avrupa'nın Çin'den sonra en büyük çorap tedarikçisi durumundayız. AB ülkelerinde pazar payı %16'nın üzerinde İngiltere'de %32 dolayında pazar payıyla birinci sıradayız. Almanya'da ise %20'lik pazar payıyla Çin'den sonra ikinci sıradayız. Türkiye'de Çorap üretiminin % 85'i ihraç edilirken, dış satışların % 90'ı AB ülkelerine yapılıyor.
Türkiye 2018 yılının ilk 10 ayında 1,4 milyar çorap ihraç etmiş. Bu ihracattan 900 milyon dolar gelir elde etmiş. En çok Birleşik Krallık, Almanya, Fransa, Hollanda, İspanya gibi Avrupa ülkelerine gönderilmiş. Birleşik Krallığa 357,5 milyon çorap satılmış. Bu ülkeyi 183,4 milyon dolarla Almanya, 95,2 milyon dolarla Fransa, 56,6 milyon dolarla Hollanda ve 42,5 milyon dolarla İspanya takip ediyor.
Türkiye dünyaya 1,4 milyar çorap ihraç ederken, aynı dönemde 16,6 milyon çorap ithal etmiş. Türkiye ithal ettiği çoraplar için 18,6 milyon dolar para ödemiş. İthalat- İhracat hesaplamasını çoraba göre yaparsak durumumuz gayet iyi görünüyor. Yeni pazar hedeflerimiz Rusya Federasyonu, Doğu Avrupa Balkan ülkeleri, Ortadoğu ülkeleri ve Türk Cumhuriyetleri olarak belirlenmiş.
 Ne diyelim analarımız örmeye devam etsin, ihracatımız artsın, ayaklarımız üşümesin beynimize kan gelsin. Bizim doğalgaz üretimimiz, ihracatımız yok amma Türk çorabımız var. Ne demişti atalarımız, Ayağını sıcak tut, başını serin; gönlünü ferah tut düşünme derin.  

JAPONYA'NIN ŞİFRESİ

Geçtiğimiz Salı günü TUJIAD (Japon İşadamları ile Ekonomik ve Kültürel İşbirliği Derneği ) ve TİM işbirliğinde gerçekleştirilen bir eğitim programına katıldım. Japonya'da uzun yıllar yaşamış Gazeteci meslektaşım Erdal Güven ağabeyin Japonya'nın şifreleri isimli eğitimi oldukça ilgi çekiciydi. Yaşanmış hikayelerle Japonya kültürünü anlatan Erdal Güven aynı zamanda Japonya ile iş yapmak isteyen ihracatçılarımıza önemli bilgiler verdi.

Japonya'da ticaret yapmayı şimdilik düşünmüyorum hem düşündüm diyelim o kadar kolay olmadığını Japonlarla iş yapmak için Japon gibi düşünmek gerektiğini öğrendim. Yani Japon kültürünü iyi tanımadan öğrenmeden Japonya ile ticaret yapmak mümkün değilmiş. Dünyanın birçok yerini gezme imkanım oldu ancak bu zamana kadar Japonya'ya gitme fırsatım olmadı. 2019 yılında nasip olursa seyahat programıma Japonya'yı ekledim inşallah gitmek nasip olur. Japon kültürünü hep merak etmişimdir. 2008 yılında bir akrabamın Japon ortakları ile tanışmıştım. Hatta onların şirket organizasyonu kapsamında Antalya gezisine katılmıştım.   Japonlar ile birlikte İstanbul'dan Antalya'ya karayoluyla 12 saat yolculuk yapmış aynı tatil köyünde 3 gün geçirmiştim. 

Japon kültürü Türk kültürüne yakın derlerdi o seyahatte pek benzerlik keşfetmemiştim hatta bizim kültüre pek uymayan detaycı olmamaları, sonuç odaklı olmaları gibi bazı özelliklerini gözlemlemiştim. Japonya'nın şifresi eğitiminde Samuray felsefesi Buşido ilgimi çekti. Erdal Güven'in Japonya'nın şifresi kitabında bahsettiği Doç. Dr. Kubilay Akman'ın akademik çalışmasını inceleyeceğim.
Buşido, Japon samurayların, savaşçılık geleneğinin ötesinde; sosyal ve etik boyutları olan yaşam felsefesine deniyormuş. Ayrıca " Krizantem ve Kılıç" isimli kitabın içeriği çok ilgimi çekti. Bu kitabı da en kısa zamanda temin edip okuyacağım. Kitap, Japonları hileli bir şekilde, insanlık suçu işleyerek atom bombası marifetiyle yenen Amerikalıların Ruth Benedict isimli bir sosyal psikoloji uzmanını dünya savaşı sırasında düşmanlarını daha yakından tanımak için Japonya'ya göndermesi ve bu kişinin Amerikan Savunma Bakanlığı Pentagon için hazırladığı rapor sonucunda Hiroşima'ya ve Nagazaki'ye atom bombası atılması kararı almasını anlatıyor.
Neyse fazla uzattım siz en iyisi Erdal Güven'in Japonya'nın şifresi kitabını okuyun. Ben bu eğitim seminerine katılmadan bu kitabı okumadan önce Japonların teknoloji dehası olması, kaliteye olan düşkünlüklerine hayrandım. Ancak Japonların hiç bilmediğim iki özelliğine daha hayran kaldım. Birincisi Japon milliyetçiliği, ikincisi harakiri kültürü. 

Hadi milliyetçiliği anladık harakiri nereden çıktı intihar kültürüne hayran mı olunur? Kitabı okuyunca ne demek istediğimi anlayacaksınız. Ama ben yine sizi merakta bırakmayayım. Japonya'da intihar batıdaki örnekleri gibi sorundan kaçış yolu değil, yapılan bir hatanın onurlu cezasıdır. Şimdi diyeceksiniz ki intihar bizim dinimizde yasak Allah'ın verdiği canı bir tek o alır. Elhamdülillah biz buna iman etmişiz ancak adamlar Müslüman değil ki zaten. 

Adamların üstlendikleri işi en iyi şekilde yapmayı düstur edinmeleri bunu başaramadıkları takdirde yaşamanın bir anlamı olmadığını düşünecek kıvamda olmaları ilgi çekici değil mi? Kitapta, Japon insanı dışında hiç bir ırk bir ömür boyunca kendini ölüme hazırlayarak yaşamaz diyor. Biz Müslümanlara harakiri belki haram ancak bir ömür boyunca kendini ölüme hazırlayarak yaşamak dinimize aykırı diyemeyiz değil mi?