Anadolu'nun düşmana karşı şahlanışında, Türk kadını, erkeği ile omuz omuzaydı. Türk kadınının hayatını hiçe sayarak vatanı uğrunda yaptığı özveri, Bağımsızlık Savaşımızın kazanılmasında etken olmuştu. 

1877 yılı kasım ayının ikinci haftasıydı. Türk-Rus harbinin kanlı ve karanlık günleriydi. 
Aziziye Tabyasını savunan bir avuç Türk askeri derin uykudaydı. Çevredeki Ermeni köylerinden harekete geçen kalabalık çete, sinsice Tabya'ya girmiş, askerlerimizi kılıçtan geçirmişti. Arkadan gelen Rus kuvvetleri de savunmasız kalan Aziziye Tabyası'na yerleşmişti. 
Baskından kurtulan bir asker, Erzurum'a kara haberi ulaştırmıştı. Bir anda bütün Erzurum ayaklanıverdi. Tüfeği olan tüfeğini kaptı, olmayan eline ne geçirdi ise; tırpan, kazma, kürek, sopayı alıp sokaklara döküldü. Erkekli, kadınlı halk Aziziye'ye doğru koşuyordu.  

Kenar mahallede oturan bir taze gelin vardı. Kocası cephedeydi. Bir gün önce, ağabeyi cepheden yaralı gelmiş ve kollarında can vermişti. "Moskof Aziziye'ye girdi" seslerini bu taze gelin de duymuş,  ağlamaya başlayan üç aylık bebeğini emzirip, uyutmuş, "Seni bana Allah verdi, ben de seni Allah'a emanet ediyorum yavrum" diye mırıldanmıştı. Şehit kardeşini alnından öperken "Seni öldüreni öldüreceğim ben de" diyerek masanın üzerinden satırı kapmış sokağa fırlamıştı.
O da  Aziziye'ye doğru koşmakta olan kadınlı-erkekli, taşlı-sopalı kalabalığın arasındaydı. Bu Nene Hatun'du. Aslında Nene Hatun; Şerife Hanımların, Kara Fatmaların, Topal Gülizarların hasılı bütün Türk kadınlarının sembolüydü.  

Bağımsızlık Savaşı'nın verildiği günlerdi.  Yurdun birçok yöresi gibi, İnegöl toprakları da facia geçirmişti. Domaniç Dağları'ndan inen bir köylü kadını, düşmana yol göstererek vatana ihanet etmiş olan öz oğlunu silâhıyla vurarak bizzat cezalandırmıştı. 
Demirci'li Nazife Hanım, Bigadiç cephesinde askerlerimize ekmek götürürken Yunanlılar tarafından gözaltına alınmış, sorgulanmıştı. Günlerce işkence görmüştü ama Kuva-yı Milliye'nin yerini söylememişti. Düşmanların yüzüne, «Yerlerini bilsem bile size söylemezdim» diye haykırmıştı.  Düşman Demirci'li Nazife Hanım'ı fırına atıp, yakarak hıncını almıştı. 

Gaziantep'te Fransızlara karşı savaş veriliyor, Yirik Fatma'da yiğitlerimizin yanında yer almak istiyordu. Gelmesini istemeyenlerin karşına çıkmış, «Benim kanım, sizinkinden daha mı şirindir?» diye sormuştu.  Yirik Fatma, düşmana ilk silah sıkanlardan biri olmuştu. 
Mersin-Tarsus arasında çarpışan askerimize Gülsüm Bacı su taşıyordu. Silah almasına izin verilmiyordu. Bir gün eline geçirdiği silahı düşmana doğrultmuş ve iki el atmış, sonra «Artık ölsem de gam yemem» demişti.
Tayyar Rahmiye, Osmaniye'de düşman karargâhına saldırmak için tereddüt geçiren askerlerimizin karşısına geçmişti: «Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olduğunuz halde yerlerde sürüklenmekten ve saklanmaktan utanmıyor musunuz?» diyerek ileri atılmıştı.  Bu saldırı sırasında Fransız karargâhının önünde alnından vurularak şehit düşmüştü.

Ayşe Hanım'ın, Birinci ve İkinci İnönü savaşlarındaki kahramanlığı dillere destan olmuştu. Toros Dağlarını çok iyi bilen Hatice Hatun, gerilla taktikleri uygulayarak, düşmana darbeler vurmuştu. 
Adile Çavuş'lar, Ayşeler, Emineler, Melekler... Yüzlercesinin çoğu «Kara Fatma» takma adıyla anılmışlardı. Düşman işgaline karşı koymak için savaşan her Anadolu kadını bir Kara Fatma'ydı. 
Türk kadını asker bir ulusun asker kızıydı. Bunu ulusal kurtuluş savaşımızda da kanıtlamıştı. 

Yüce önderimiz Atatürk bunun bilincindeydi. O, kadınların yalnız ana olmalarını, evlerinin kadını olmalarını yeterli görmüyordu. Sosyal hayata karışmalarını, erkeklerle eşit haklara sahip olarak yarınların aydınlık Türkiye'sini hazırlamalarını istiyordu.. 

Atatürk'ün kadının eğitimi konusunda dört temel üzerinde durmuştu:  Kadın - erkek öğretim ve eğitimi eşit olmalıydı.   Kadının en önemli görevi analıktı. Kadın toplum hayatının her yönünde yer almalıydı.  Kadın analık hizmetini ve toplumdaki görevini iyi yapabilmek için çok sağlam bilgilerle donatılmalı ve erdemli olmalıydı.