Dün Arif Nihat Asya’nın 70. Ölüm yıldönümüydü. Bir bilmece sorarak yazıma başlayayım:

Gökten ay ve yıldızı kopardılar, kanımızın içine koydular.”

Cevabının “bayrak” olduğunu biliyorsunuz.  Bayrağın ilk defa hangi devlet tarafından kullanıldığını bilmiyorum.  Ancak tarihin çok eski dönemlerinden beri var olduğu kuşkusuz.

Bayrak, birliğimizin vatan sevgimizin bir sembolü. Gelenek ve göreneklerimizde yaşıyor.  Türk Bayrağı olmadan, Türk Bayrağı dikilmeden düğün bile başlamaz.

Arif Nihat Asya şöyle yazıyor:

“Bir firavun olsam ben de ehram yaptırırdım. Fakat altında yatmak için değil; üstünde tahtımı kurmak, bayrağımı çekmek için.” (Kanatlar ve Gagalar)

 Hangi bayrağı?

 Arif Nihat Asya’nın dizelerinde belirttiği “ Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü… / Kızkardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü, / Işık ışık, dalga dalga bayrağım,…”

5 Ocak 1975’de Ankara’da kaybettiğimiz Bayrak şairi Arif Nihat Asya, milli edebiyatın, cumhuriyetten sonra yetişen en güçlü temsilcilerinden birisi. Üstün karakteri, mertliği ve aşk derecesindeki vatan sevgisinden, millî ve manevî değerlere bağlılığından kuşku yok. 

Arif Nihat Asya’nın şiirinde bütünüyle memleketimizi, duygularımızı, hüznümüzü, coşkumuzu ve inanışlarımızı buluruz.  Üzerinde vücut bulduğumuz bu toprağın, gelenek ve göreneklerimizin sesi, nefesi vardır.

Arif Nihat Asya, milli tarih şuuru içinde yurt ve vatan sevgisiyle dile getirdiği hamasi şiirlerine, güçlü bir duyarlılıkla musikiyi ve ahengi soktu:

“….. Kopardılar ayı gökten, / Bir ipek dala astılar / Yurt dediler, gölgesine / Ayaklarını bastılar … … Benim dedemle yan yana / Yazılı kalacak adım… / Yıldızların söneceği / Güne yıldızlar sakladım.”

Arif Nihat Asya, “Yabanlar kıskanır diye, destan da yazmayalım mı” diye soruyor.  1990 yılında TRT Rodyo 2 için Folklor Penceresi dizisinin metinlerini yazıyordum.  Bir bölümün konusu Kitap Sevgisiydi.  Kitap sevgisini anlatırken, Arif Nihat Asya’nın “Kitap” başlıklı bir yazısından alıntı yapmıştım. Şöyleydi:

“…. Gösterişsiz kabına bürünmüş uyuyorsun şimdi. Uyu ey kitap uyu… Günü gelecek uyanacaksın. Bir gülün, bir şark lalesinin açılışıyla açılacaksın. Rengin olacak, kokun olacak; altın kanatlı arıların, altın kanatlı kelebeklerin olacak!

Bayrak tanıyacak seni.  Toprak tanıyacak seni… Gözler, yıldızlar, dudaklar tanıyacak; okuyacak seni.  Yapraklarını kanat yapıp uçabilenler neslinin geleceğine ben inandım.. Sen de inan ey kutlu kitap….”

Bu şekilde bir şiir güzelliğindeki sözler sürüyordu.  Arif Nihat Asya adını okuyan TRT denetçisinin sanıyorum tüyleri diken diken olmuştu ve makaslayıp atmıştı. Üzülmüştüm.

Arif Nihat Asya çok şeyi hoş görmüştür ama bayrağa karşı saygısızlığı asla. 1964 Eylül ayında yayınlanan bir yazısından birkaç paragraf aktararak yazımı bitirmek istiyorum:

“Mahalli bayram için onlar da bayrak çekmişler… Ayyıldız’ı bizimkini andırmakla beraber, zemini kahverengine yakın, siyaha kaçan ve içler karartan bir renk.

Bu her halde benim şiirini yazıp Mesir günlerinde iki yerde okuduğumdan ayrı bir bayrak…

Bizimki için “Rengini kanımızdan aldı” deriz. Onlarınkinin rengini, onların kanından almış olacak…

Bizimki, kusursuz olur.. Onlarınkinde bir köşe, iki yerinden yırtık. Kendilerinin hayal perdesi gibi….

Böyle bir bayrağı, Manisa’da Mesir şenlikleri münasebetiyle kaldığımız otelin yakınlarında kendilerine parti diyen bir teşekkülün balkonunda gördük.

Bedbahtlar, onu oraya, Türk bayrağı yerine Türk Bayrağının karikatürü olarak çekmişlerdi. Yenisini alacak paralarının olmadığından değil…

Arkadaşım Cemal Oğuz Öcal, onlara bayrak direği ile ders vermek gerektiğini söyledi. Ben bayrağın ipiyle ders vermeyi düşündüm. …”