Arıları öldürüp bereketin kalmadığından bahseden insanlar yüzünden yazıyorum bu yazıyı. Aptal olanlar mı daha tehlikeli; karanlık bir cehalete teslim olmuş değişmeyen ve değişime engel olan kitleler mi bilmiyorum? Aptallığın bir parça düzelme şansı olsa da yetiştirilmiş ve yaratılmış cehaletin geri dönüşü yok sanki.

Tarım alanında yeni sezon başlayalı yaklaşık iki ay oldu. Özellikle meyve üretiminde daha çiçekler açmadan ilaçlama başlıyor; çiçeklerin açılmasıyla ilaçlama artıyor. Elma bahçelerinde çiçeklerin muhteşem kokusu bir kere olsun duymanızı çok isterim. Çiçeklerden beyaz bir gelinliğe bürünmüş elma ağaçları arasında dolaşırken yoğun bir uğultu dikkatinizi çeker. Dikkatle baktığınızda çiçeklerin arılarla dolu olduğunu görürsünüz. Aralarında rahatça dolaşın asla size saldırmaz, asla sizi sokmazlar. Bal arıları sadece kendi işleriyle uğraşıyor, size hiç aldırmıyor. Çoğu insan yabani sarıca arıyı bal arısı zannediyor. Sarıca arı doğanın tehlike rengini taşıyor; sarı ve siyah. Oysa bal arısı kahverengi ve hiç dikkat çekmiyor. Zor görüyorsunuz onları.

Konumuza dönecek olursak; insanlar bahçelerine tarım ilaçlarını gündüz vakti çiçekler arı doluyken atıyor. Bu durumu nasıl tanımlarsınız? Aptallık mı, cehalet mi yoksa vurdumduymazlık mı? Bence tembellik de eklenmeli bu soruya. Geçimini tarım ile sağlayan insanların tozlaşmayı ve döllemeyi sağlayan arıları öldürmesi yaşama, insanlara hatta kendi çocuklarına bile ihanettir. Aynı bölgede kiraz yetiştiren büyük bir firma her sene arıcılara haber yolluyor; kovanlarını bahçeme getirene kovan başına şu kadar kilo şeker vereceğim diye. Ve bunlar hayret edilerek konuşulurken insanlar masadan kalkıp gündüz vakti ilaç atmaya gidiyor. Tarım ilaçları saat on yediden sonra atılsa arılar çoktan kovanlarına dönmüş oluyor. Arılar ve şeker olayı da ayrı bir rezillik. Çok soru soruyorum son günlerde kendime, bu yazıyı yazarken yine aklımdan bir sürü soru geçiyor. Demek ki mutsuzum son günlerde gördüğüm ve anladıklarımın karşısında.

Yaratılmış aptallık ve yaratılmış cehalet insanları ve yaşadıkları ülkeyi köleleştirir. Bir adım önde olan ülkelere kullanışlı aptallar yaratır. Topla, tüfekle, savaşla hiç kimseyi ya da ülkeyi yenmek zorunda değilsiniz; cahiller ve aptallar yaratın yeter. Dünya üzerinde sona eren hiçbir şey yok. Sömürgecilik sona ermedi şekil değiştirdi. Savaşlar sona ermedi şekil değiştirdi. Hâlâ birileri insanları köleleştirmeye ve sömürmeye devam ediyor.
Kullanışlı cahiller, kifayetsiz muhterisler yaratılıyor. Lütfen yanlış anlaşılmasın cahillik bilgi veya öğretimle ilgili değil, tamamen düşünme ve muhakeme etme yeteneği alınmış insanlarla ilgili. İnsanların elinden soyut düşünme yetisini alırsanız; daha çocukken beyinlerini saçma sapan bilgilerle doldurursanız; örneğin nehirlerin uzunluğunu, dağların yüksekliğini ezberletmek gibi o çocuklar birey olup topluma karıştığında içinden çıkılmaz sorunlarla karşılaşırsınız. Savaşmak pahalı bir yöntemdir; savaşmak yerine cehalet yaratarak  ele geçiriyorlar bizleri.
Sosyal yapının genetik olarak belirli bir oranda insandan insana aktarıldığını düşünüyorum. Dönüp kendi ülkeme, kendi insanlarımıza baktığımda engin bir merhamet ve sevgi görüyorum. Ne oldu da bizler bu duruma geldik? Sadece nasıl savaştıklarını fark etmedik. Savaşamadık kısaca. Bir İngiliz casus bin dokuz yüzlerin başındaki anılarında bizleri şöyle anlatıyordu; '' o kadar saf ve iyiler ki kendileri yalan söylemediği için karşısındakinin de söylemeyeceğini sanıyorlar''. Bu söz aslında madalya bizlere.

Cahil insanın yaptığı yanlış hepimizin yaşamını direk olarak etkiler. Yanlış saatte attığı tarım ilacıyla arıları öldüren kişi hepimizin ekmeğinden çalıyor demektir. Bir de bu tavrın ya da davranışın kitlesel olduğunu düşünün. Bizleri öldüren, yaşamı öldüren, doğayı öldüren cehalettir. İnsanlar kendi geri kalmışlıklarının suçunu ötekileştirdiği insanlara yükleyerek sorumluluk duygusundan kurtuluyor. Gizli gizli içinde yaşattığı öfkesinden kurtulamıyor. O gizli öfkeyi görenler çıkarları doğrultusunda kişilerin içinde birikmiş şiddeti istediği gibi yönlendiriyor.
Yaşam insan olmaya yolculuktur. Tasavvufumuzdaki insan-ı kamil mertebesine ulaşmak için çıkılan yoldur yaşam. Aradığımız her yanıt özümüzde. Asla kaybetmedik o özü. Sadece yaratılan cehaletin arasında kayboldu gitti.
Ne demişti ağaç baltaya;
''sen beni kesemezdin ama sapın benden''