Harp okulunun emektar komutanı Hasan İzzet Paşa, küstahlaşan öğrencisine: "Olmaz! Havaları görüyorsunuz. Her yerde kar var. Karakış başlamıştır. Bu şartlar altında, bu mevsimde harekât bir faciaya dönüşebilir. Kış şiddetini kaybetsin, yollar açılsın, düşmana haddini bildiririz."

Hasan İzzet Pasa istifa etmişti. Komutayı Enver Paşa almıştı. Gerekli emirleri verdi. 11 inci Kolordu Rusları oyalamak için sağ yönde çarpışacaktı. 9 uncu Kolordu Sarıkamış yönüne doğru çarpışacak, böylece Bardız'a oradan Sarıkamış'a geçecekti. 10 uncu Kolordu da Allahuekber dağlarını aşarak Rusların arkasına sarkacaktı. Sarıkamış ele geçirilince diğer kolordularla bileşilecek,  Kafkaslar yani Turan imparatorluğuna yürünecekti. 
Enver Paşa, 18 Aralık 1914'te kıtalara hücum emri verdi. Taarruza katılan birliklerin büyük bölümü Arabistan'dan geri çekilen ve Güneydoğu Anadolu'dan sevk edilen, sıcak iklime alışkın ve teçhizatları itibarıyla soğuğa hazırlıklı olmayan askerlerden oluşuyordu. 

10 uncu Kolordunun başında, Balkanlarda yapılan hataları "Bozgun" adlı kitabında yazan Albay Hafız Hakkı vardı. Enver Paşa'nın hayallerini tetikleyenler arasında bu Hafız Hakkı Paşa da vardı. 
Bununu dışındaki birçok subaylar da ihtiras ve hayalcilikte geri kalmıyorlardı. Erzurum'a gelirlerken, yol kavşaklarına "Turan'a buradan gidilir!" diye işaret levhaları koymaktaydılar. 
Hafız Hakkı hiçbir arazi araştırması yapmadan Enver Paşa'nın ihtiraslarını kamçılayacak telgraflar çekiyordu. Enver, 18 gün içinde yarbaylıktan paşalığa yükseldiğine göre o da ordu komutanı olabilirdi. Diğer yanda; askerin durumu yürekler acısıydı. Arap yarımadasından geldikleri gibi yazlık kıyafetlerle doğu cephesine sürülmüşlerdi. 
Anadolu'dan toplananlar, ordu giyecek verir diye yanlarına ağırlıklı bir şey almamışlardı. Oysa Ayaklarında yırtık, pırtık çarıklar, kirli, yamalı giysilerle bu gençler, askerden çok çiftçilere benziyordu. Ne paltoları, ne sırtlarını tutacak çamaşırları vardı. 
Karşıda kış koşullarına uygun iyi giyimli iyi donanımlı altmış bin Rus askeri vardı.. 
Ölüm sessizliğindeki Bardız yaylasına, Çamurlu Tepe'ye Çerkez köyüne Oltu'ya ve Allahuekber dağlarına doğru ölümüne yürüyüş 22 Aralık'ta başladı.  Askerler, açtılar, yorgundular, çıplaktılar. Bir metrelik karda yürümek için insanüstü bir gayret harcıyorlardı. Bir adım atıyor, kara saplanıyor, bundan kurtulup ikinci adım atabilmek için iki misli enerji gerekiyordu. Enver Paşa'dan Hafız Hakkı'dan bitmeyen emirler geliyordu. Sarıkamış alınmalıydı. 

Bazen Rus askerleri karşılaşıyor, çarpışıyorlardı. Ölüm beyazlığı, zihinleri durduruyor, gözleri kör ediyordu. Ama tipi, göz açtırmıyor, göz gözü görmüyordu. Bu nedenle iki Türk tümeni birbirine saldırmış, yaralı ve ölü iki bin askerimiz saf dışı kalmıştı. Ama hiçbir şey yürüyüşü durdurmuyordu. Ölüm onları bir gece vakti bir köşede sıkıştırıncaya kadar yürüyorlardı.  
Önce ayaklarda bir sızı duyuluyordu. Gündüz başlayan yürüyüşte yumuşayan çarıkları, gece donmaya, bir mengene gibi ayaklarını sıkmaya başlıyordu.. Adım atamayacak hale geliyorlardı. Oldukları yerde zıplıyorlardı.  Sızının ardından hissizlik başlıyordu. Bu parmakların donduğunu gösteriyordu. Sonra donma bileklere çıkıyor, asker aniden yere düşüyordu. Kurtların bile saklanacak bir delik aradığı bu havada, yere düşen bir askere kimse yardım edemiyordu.  Asker, açlığın, yorgunluğun etkisiyle uyuşuyor, bir kenara kıvrılıp uykuya dalıyordu. Uyku ölümün kapısıydı. 
Önce vücudu kristal bir buz tabakası kaplıyor, ardından bütün beden, kaskatı kesiliyordu. Ölüm, tatlı bir uykunun ardından böyle geliyordu.  Sağa sola serpilmiş, ayakları kolları havada, ağızları açık, gözleri buz mavisine dönmüş kas katı bedenleri araziye yayılıyordu. Ordu eriyordu. 

Ölümün bu kadar yanı başında olduğunu gören erler çıldırıyor, çığlıklar içinde karanlıklar içinde koşmaya çalışıyor, bir daha geri dönmüyordu. Kimi askerler,  intihar edercesine bir ağacın dibine usulca uzanıyor, ölümün kendisin bulması için şahadet getirerek bekliyordu. Ölüm sabırlı bir şekilde bekliyor, yere düşen askeri alıp götürüyordu. 
Allahuekber dağları 26 Aralık gecesi, çıldıran, acı çeken, isyan eden ölmek istemeyen kaçan askerlerin çaresizlik içinde yürekleri parçalayan çığlıklarıyla inliyordu.