Türk Dili ve Varlığı'nın en büyük eseri nedir, diye bir soru ile karşılaştığımızda, kuşkusuz aklımıza Divan-ı Lügat-it Türk gelir. Divan-ı Lügat-it Türk, yalnız bir Türk boyunun değil, bütün Türk dillerinin sözlüğü, gramer kitabı olmanın ötesinde bir genel kültür ansiklopedisi niteliğindedir. İşte bunun için paha biçilemeyecek bir değerdedir.

Yaşayan, yaşamayan Türkçe kelimeleri, fiilleri, bunların yapılarını, kurallarını, ses değişimlerini, gramer ve diyalekt durumlarını açık seçik bu kitapta bulabilmekte, örnekleri ile görmekteyiz. Bu örneklerden aynı zamanda Türk'ün eski tarihini, edebiyatını, yaşayışını, düşünüşünü, coğrafyasını öğreniyoruz.

Kitabı çevirerek yayımlayan Besim Atalay'ın belirttiği gibi, bu kitaptan "uygarlık dünyasına karşı göğsümüzü kabartan bir çok övünç ve kıvanç kaynağını bulabiliyoruz. Dokuz yüzyıl önce atalarımızın ipek mendil taşıdıklarını, ütü kullandıklarını görüyor; Türklerin kadınlara, çocuklara düşkünlere gösterdikleri saygı ve sevginin izlerini orada buluyoruz.

İşte bunun için Türk Dünyası bu kitabın müellifi Kaşgarlı Mahmut'u saygıyla anmaktadır.

Kaşgarlı Mahmut kadar saygı ile anılacak iki kişi daha var. O da şimdiye kadar ikinci nüshası bulunamamış olan bu yazmayı ele geçiren, Türklük ve bilim dünyasının hizmetine girmesine aracı olan Ali Emirî Efendi ve ona yardım eden Kilisli Rıfat. Ali Emirî Efendi, milli kültürümüzün temel taşlarından birisi ve son yüzyılın bir gönül eridir.

Kitaba düşkünlüğü ve kitap kıymeti bilmesi sebebiyle hem Kaşgarlı Mahmut'a hem Divan-ı Lügat-it Türk'e hayatiyet kazandıran Ali Emirî Efendi'den ve bu paha biçilmez eserin bulunuş öyküsünden söz edeceğiz.

Ali Emirî Efendi kimdir? Kimine göre kitap hastasıdır, kimine göre kurdu, kimine göre de delisi. Kimi "Nedim'in mezarını Sahaflar çarşısında arıyor" diye hafife almaya kalkışmış. Ama O, Nedim'in el yazması divanını Sahaflar çarşısında bulmuş. Öylesine kitap vurgunu bir kişi ki, kitapla arasına birisi girmesin diye evlenmemiş.

Ali Emirî Efendi, 1857 yılında Diyarbakır'da doğmuş. Seyit Mehmed Emirî Çelebi'nin torunlarından Mehmet Şerif Efendi'nin oğlu. İlk öğrenimini sübyan okulunda yapmış, çeşitli medreselerde okumuş, büyük, amcası Şaban Kafi Efendi'den ders almış.
Ali Emirî Efendi; Diyarbakır, Harput, Sivas, Selanik, Kozan, Adana, Leskoviç, Kırşehir Trablusşam'daki memuriyetlerinden sonra Elazığ ve Erzurum defterdarlığı yapmış. Çeşitli yerlerdeki Mülkiye Müfettişliği görevinden sonra, Halep Defterdarı iken 1908 yılında emekliye ayrılıp  İstanbul' a yerleşmiş. Zamanının büyük bölümünü Gedikpaşa'daki evinde okumak, yazmakla geçirirdi. Edebiyat, tarih sohbetlerine katılır, hemen her gün Sahaflar çarşısına ve Divanyolu'ndaki Diyarbakır Kıraathanesine uğrardı.

Ömrü boyunca bir çok maddi ve manevi sıkıntılar pahasına biriktirdiği 15 bin kadar kitabı, İstanbul' da Fatih' de Şeyhülislam Feyzullah Efendi Medresesinde kurduğu kütüphaneye vakfetmiş. Sonraları bazı vakıf kütüphanelerinin eklenmesiyle kitap sayısı çoğalmış, Ali Emirî Efendi ölünceye kadar bu kütüphanenin başında sevgilileri ile beraber yaşamış.

23 Ocak 1924' de aramızdan ayrılan Ali Emirî Efendi' nin arkasından Yahya Kemal şu şiiri yazmış:

"Muhtâç isen füyûzuna eslâf pendinin
Diz çök önünde şimdi Emirî Efendi'nin
Âmid o şehr-i nûr öğünsün ilel-ebed
Fazı ü fazîletiyle bu necl-î bülendinin
İklîm-i Rûm'u gezdi otuz yıl taraf taraf
Bir maksadıyle tab'ı nefâis-pesendinin
Yekpâre nûr bu kütüphâne-i nefis
Yekpâre servetiydi bu âlemde kendinin
Ecdâd-ı pâkimiz gibi vakfetti millete
Hayranı oldu halk eser-î bî-menendinin
Ya Fahr-i Kainat sen iyfâ et ecrini
Dîvân-ı Kibriyâ-da bu Şark ercümendinin"

Yukarıda sözünü ettiğimiz gibi, Ali Emirî Efendi hemen her gün Sahaflar Çarşısına uğrar, daha çok Burhan Efendi'nin dükkânında otururdu. Bulduğu yeni bir kitabı alıp evine giderken, Ali Emirî efendi bir kaç lira daha ucuza aldığını sanarak keyiflenirken, Burhan Efendi de bir kaç lira daha indirim yapmaktan kurtulduğu için mutlu olurdu.
YARIN: Divan-ı Lügat-it Türk'ün Bulunuşu