Kim bilir belki de algıda seçiciliktir bizim yaptığımız. Algı operasyonu değil, algıda seçicilik. Gözümüz internet haberciliğinde olunca -ki basılı ve görsel basında bulmak mümkün değil çünkü- direk batan firmalara, konkordato ilan eden şirketlere, çocuğuna pantolon alamadığı için intihar eden babalara, ilaç alamayan kadınlara, ameliyat olamayan çocuklara, dolara, euroya, işsiz kalanlara, işsizlik rakamlarına, semt pazarlarına, yükselen ve sürekli yükselen dövize, market fiyatlarına, servis ücretlerine, kırtasiye alışverişine, fırsatçılara, stokçulara ve daha burada sayamayacağım kadar "kriz mriz olmadığı halde" kısık da olsa ses çıkartanlara gidiyor. Dedik ya algıda seçicilik sanırım.

Oysa şimdiki sistemin adını hükümet mi ya da tam olarak yerine koyamadığımız herhangi bir kelimeyle ifade etmek gerekirse ileri gelenleri, büyükleri krizin olmadığını söylüyor. Onlar böyle söylüyorsa fesatlık bizde demek ki... Ama yine de belli ki "küçük" bir kesim, "psikolojik" olarak krizden etkileniyor ki intihar ediyor, dükkanının kepengini indiriyor, makinelerini durduruyor. Oysa devlet büyükleri "kriz mriz yok, onların doları varsa bizim de allahımız var" diyor. Hatta yıllarca ekonomiyle uğraşmış başdanışmanlar "gazetelerde yazan dövizin çıktığına dair haberler yalan, manüpilasyon vatandaş bunlara inanmasın" diyor ama göz bu döviz büfelerinin önünden geçerken dolar, euro rakamlarına kayıveriyor. Dedik ya algıda seçicilik, algı operasyonu değil.

İlaç ve emlakta durum

Tüm bu gördüğümüz "halüsinasyon"ların öyle kalmasını istediğimiz bir noktada bazen ve hiç gereği yokken o "mriz" kısmı bizi de gelip vurabiliyor. Örnek mi; hemen vereyim altını doldurayım. Doktor, eczacı ve hasta üçlemesini dinlersek ve rakamlara bakarsak o "mriz" kısmı bizi de vuruyor. Zira konumuz ithal ilaçlar... Başta kanser, MS, şeker, tiroid ve bazı kalp ilaçları ya da dün gazetelerde bir annenin çığlığında yankılanan "biyonik kulak" ameliyatı için gerekli cihaz. Doktorlar ve eczacılar özetle "Bu daha iyi günlerimiz. Asıl felaket Kasım'da yaşanacak" diyor. Dövizdeki dalgalanma nedeniyle yurt dışından ilaç getiremeyen ithalatçı firma, depocular, eczacılar ve ısrarla bulunmayan ilacı reçeteye yazan doktorlar, daha şimdiden hastalarla sert diyaloglar yaşıyor... 
Konu krizden açılmışken başka bir sektör daha dikkat çekiyor. Bakmayın siz inşaat sektörünü kurtarmak için yapılan hamlelere... Türkiye için kazanç vakti şiarıyla yola çıkan inşaatçılar yaklaşık bir aylık sürede 100 bin lüks evi satacakları hayaliyle yola çıktı ama maalesef muradına eremedi. Ne faizsiz krediler, ne uzun vadeli ödemeler, ne de çeşit çeşit, boy boy, her keseye "uygun" daireler. Hiçbiri fayda etmedi bu hafta başına kadar satılan daire sayısı 3 bini geçemedi. Kampanyanın bitiş tarihi olan 31 Ekim'e bir ay kaldı, bakalım bu kısıtlı zamanla birlikte kaç kişi "ev sahibi" olacak. Açıklanacak rakamlar kriz olup olmadığı gerçeğini yansıtacak.

Türkiye'nin suç profili

Kriz sadece bazı sektörleri ve çalışanları etkiliyor. Zira patronlar kulübünden ya da o kulübe üye olmayan büyük patronlardan dalgalı kura karşı hala bir ses çıkmıyor. Kriz patronları etkilemiyor olabilir ama Türkiye'nin kriminal dünyasına bile sirayet ediyor. Farkında mısınız, son 15 gündür fidye için kaç kişinin kaçırıldığına ya da kaçırılma girişiminde bulunulduğuna. Üstelik fidye için kaçırmalar hiç de Türkiye'nin suç profiline uymuyor. Kimler mi fidye için adam kaçırıyor: "Yabancı"lar... 

Ortadoğu'nun neredeyse tüm halklarını göçmen, mülteci, sığınmacı olarak alan Türkiye, hem az sayıdaki hem de tecrübesiz emniyet teşkilatıyla suç oranlarını düşürmeye, zanlıları yakalamaya çalışıyor. Şimdilik adli bilimler ve ilerleyen teknoloji sayesinde üstesinden geliyor. Ancak Türkiye'de yaşayan "yabancılara" bir de aftan yararlanarak çıkan kriminal dünyanın "yerlileri" de katılırsa, tüm bunlarla nasıl başa çıkılacağı hesaplanmıyor. Ne demiştik? Bizimki algıda seçicilik.