Hasan Sabbah'ın Alamut Kalesi'ni bilir misiniz? Eğer, dini gözüken organizasyonlar bir şekilde dikkatinizi çekiyorsa mutlaka Alamut Kalesi'nin hikayesini öğrenmelisiniz. Gerçi "paralel devlet" yapılanması olarak adlandırılan FETÖ'ye karşı 17-25 Aralık'tan sonra başlayan operasyonlar sırasında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan sık sık "Haşhaşi bunlar" diyerek Hasan Sabbah'ı ve Alamut Kalesi'ni işaret etmişti ama pek fazla kişi işin bu yönünü irdelememişti.

Hasan Sabbah, bir süre din eğitimi almış, bu sayede kendisine göre bir tarikat kurmuş, Alamut Kalesi'ni de merkez yapmıştır. Ölümüne kadar da oradan hiç çıkmamıştır. Bugün "suikastın atası" olarak anılsa da Hasan Sabbah, "paralel din"in de mucididir. Her türlü zevkin "uyuşarak" yaşandığı Alamut Kalesi'nde, müritlerine sözde cenneti göstermektedir Hasan Sabbah ve o cennette kalıcı olmak isteyen, dolayısıyla ölümü de o cennete ulaşmanın yolu olarak görenler aldıkları talimatı eksiksik yerine getirmektedir. Sayısız suikaste imza atmıştır Haşhaşiler. Hasan Sabbah da o dönemde korkulan biri olmuştur mutlaka sonuca ulaşan suikastleri ile. Hasan Sabbah, Selçuklu Devleti'nin yıkılışında rol üstlenen faktörlerden birisi olarak da anılıyor bugün.

Bu tür yapılar küçük değişimler göstererek, ama ana hatlarıyla Hasan Sabbah ve Alamut Kalesi'ne benzer organizasyonlarla günümüzde de yer alıyor. Lüks villalarda kurduğu zevk alemleri ile müritlerine rüya gibi bir hayat yaşatan Adnan Oktar'ın örgütü de bunlardan bir tanesi...

* * *

Adnan Oktar'a ve örgütüne dönük başlatılan operasyonun birçok kişiyi şaşırttığını gözlemliyoruz bugün. Tedirgin olanlar da az değil. Özellikle zaafları olan ve kısa süre de olsa yolu bu yapıyla kesişmiş olanlarda müthiş bir tedirginlik var. İddialara göre Adnan Oktar'ın ekibinde müthiş bir "kaset havuzu" var ve o kasetler örgütün en büyük güç kaynağı... 

Zaten yöneltilen 31 suçlama arasında "tehdit, şantaj, özel hayatın gizliliği" gibi suçlar da dikkat çekiyor. İşin "devlete ait askeri ve siyasi sırları MOSSAD aracılığıyla İsrail'e servis etme" bölümü de var. Bu suçlamanın neleri kapsadığını yargılama esnasında göreceğiz. Devlete ait askeri ve siyasi sırları nasıl elde ettiğini de...
Aslında, geçmişte Adnan Oktar'a operasyon yapmış iki polis müdürü bize bu konuda ipucu veriyor. 
Adnan Oktar'a dönük ilk operasyonu bir dönemin efsane polis müdürü ve eski İçişleri Bakanı Saadettin Tantan yapmıştı. Tantan, "Onları içerdi aldığımda bunlar iyi çocuklar deyip siyaseten baskı yaptılar" diyor o dönemi anlatırken. Adnan Oktar delil yetersizliğinden beraat etmiş ama Tantan'a 28 dava açılmış, ne hikmetse hâlâ o davalar devam ediyormuş. 

Adı, Ergenekon operasyonunda da "sanık" olarak geçen Adil Serdar Saçan ise 1999 yılında yaptığı operasyonun ardından hakkında 300'den fazla dava açılan bir emniyetçi. Adnan Oktar hakkında bu operasyonla açılan dava 15 yıl sürmüş ve "zaman aşımı" ile kurtarılmış Adil Serdar Saçan'ın anlatımına göre. Saçan, örgütün dini kullandığını ama dinle hiç alakası olmadığını da söylüyor. İşin bir acı yönü de burası.
* * * 
Devam eden operasyonun içeriğine girmeyi pek doğru bulmuyorum şimdilik. Ama öncekilerde olduğu gibi yine "delil yetersizliği", "zaman aşımı" ya da "cezai ehliyeti olmadığına dair rapor" gibi abidik gubidik işler dönerse elbette buna gerekli tepkiyi göstermek her yurttaşın hakkıdır. Özellikle de dini değerleri önemseyen ve hayatını bu değerler çerçevesinde yaşayan "samimi Müslümanlar"ın bu işin peşini hiç bırakmaması gerekiyor.
Çünkü, bu tip yapılar "paralel din" icad ediyorlar ve insanların cehaleti ile dini duygularını sermaye yapıp kendilerine birer Alamut Kalesi kuruyorlar. Topluma yansıyan yüzleri ile iç yapıları çok farklı oluyor bu örgütlerin. Hepsi, kısa sürede büyük paralara hükmeder hale geliyor ve bunun sağladığı ihtişam ve güçten hiç birisi vazgeçmek istemiyor. 

Genellikle birbirlerinin ayağına hiç basmıyorlar ama bastıkları zaman da utanılacak manzaralar çıkıyor ortaya.
Örneğin; esnafa dağıtılan yüzbinlerce kumbara ve toplanan "himmet", "sadaka", "infak", "kurban", "zekat ve fitre" paylaşımı yüzünden ellerinde aksesuar olarak taşıdıkları bastonlarla Beytullah'ın huzurunda birbirlerinin kafalarını kıran yapılar gibi.
Ya da, "yanmaz kefen"le ününe ün katan bir başka "hocaefendi"ye yapılan Faslı kadınlar operasyonu gibi...
Bu çatışmaların üzeri her ne hikmetse çabucak örtülüyor. Çünkü kim öbürünün bahçesini eşelerse, altından türlü türlü fücürat çıkıyor.

* * * 

Demokrasiye "tağut" dediği, radikal söylemleriyle müridlerini Cumhuriyet değerlerine karşı savaşmaya çağırdığı için seçimler öncesinde bir başka cemaate operasyon yapılmıştı hatırlarsanız. O cemaate bağlı derneklerden kutular dolusu para fışkırmış, en önemli kaynağın da esnafa dağıtılan "sadaka kutuları" olduğu açıklanmıştı.
Bugün, ülkenin en önemli sosyal sorunlarının başında geliyor "paralel din mucidi" Hasan Sabbah'lar... Alamut Kalesi'ndeki gibi "afyon dumanı" ile olmasa da, eğilip bükülmüş dini söylemlerle uyuşturuluyor kafalar ve gerçek İslâm'la hiç ilgisi olmayan bir "din" çıkıyor ortaya. Hepsinin altını kazıyınca da, karşımıza 3 asır öncesinden başlanan "Müslümanların elinden Kur'an-ı Kerim'i ve gerçek İslâm'ı alma" projesinin uzantıları çıkıyor. 

Gerçek dindarlar ve onların kayıtsız şartsız destek verdiği siyasi gücün, işi burada bırakmayacağına inanıyorum. Nedenlerini bir sonraki yazıda anlatırım...