ABD, Türkiye'nin verdiği "hoşgörü" izini ile İzmir'de yıllardır misyonerlik yapan Andrew Craig Brunson'ın ülkesine dönmesi için kullandığı küstah dili, uydurduğu "hukuk terörü"yle devam ettirme kararı aldı. Uzun süredir "Rahip Brunson evine dönmezse yaptırım uygulayacağız" diyerek tehdit dili kullanıyordu ABD'nin önde gelen isimleri. Adalet Bakanı Abdülhamid Gül ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya "ülkeye giriş" yasağı yanında "mallarına el koyma" kararı aldı Beyaz Saray. Bunun bir "savaş ilanı" olduğunu, son yıllarda hiç bir ülkeye uygulanmayan ağırlıkta bir hamle olduğunu kabul etmemiz lazım.

Artık ABD, bize dost olmadığını, sadece bölgesel dengeler nedeniyle ihtiyaç duyduğu konularda "partneri" olmamızı istediği için bugüne kadar ilişkilerini ılıman sürdürdüğünü net bir şekilde ortaya koymuş oldu.

ABD'nin, bölgemize dönük planlarında Türkiye artık "müttefik" değil, "hedef ülke" konumuna gelmiştir. Bu son yıllarda kendisini değişik şekillerde gösterdi ve biz de bu sütundan defalarca bu uyarıyı yaptık.

Devlet yöneticilerinin, uluslararası ilişkileri belli dengelerle yürütme politikası gereği "itidal dili" kullanması, karşılıklı sıcak mesajlar vermesi olağan karşılanabilir. Ama, ülkenin halkını bilgilendirmekle görevli medyanın, Amerikalılardan fazla Amerikancılık yapmasına anlam vermek mümkün değil.

* * *

ABD'nin kaptan köşkünde Donald Trump var ve bugüne kadar gördüğümüz ABD başkanlarından çok farklı bir üslupla yürütüyor işlerini. Amerikalılara "refah" vaadettiği için daha fazla para kazanmak üzerine kurdu stratejisini. Bir yandan Büyük İsrail Projesi veya Büyük Ortadoğu Projesi adı verilen "bölgesel dizayn" operasyonunu sürdürürken, diğer yandan "parayı veren kendisini kurtarır" taktiğiyle haraca bağladı Trump birçok ülkeyi. Kuzey Kore ile savaş çıkacağı, karşılıklı füzelerin ateşleneceği beklentisi varken, birden çark edip masaya oturma ve tarihe yeni bir sayfa ekleme kararı alan da aynı Trump'tı.

Avrupa ile "ticaret savaşları" çerçevesinde ipleri geren, neredeyse NATO bağlarını bile tehlikeye atan bir sürece girdi. Fakat, sonrasında "ticari düzenlemeler" yapılarak bu kriz de aşıldı.

Amerika, küresel ticarette eskisi kadar avantajlı olmayan bir ülke. Çin, Hindistan ve Rusya'nın gittikçe yükselen değer olması, ABD'nin küresel etkinliğini de zayıflatıyor. Küresel Çete, ABD'nin yanına İngiltere ve Fransa'yı da iliştirerek kendince bir güç dengesi oluşturmaya çalışıyor. Özellikle Ortadoğu topraklarında...

Ana hedef; Çin'in trilyonlarca dolar ayırdığı "Yeni İpek Yolu" projesini engellemek. Bunun için de, Yeni İpek Yolu'nun geçtiği yerleri mayın tarlasına çevirmek için uğraşıyor Küresel Çete'nin aktörleri.

* * *

Olay, Rahip Brunson olayı değil sadece. Türkiye, Beyaz Saray'dan ve Senato'dan tehditkâr açıklamalar gelmeden Rahip Brunson'u "tutuksuz yargılanmak" kaydıyla serbest bıraksaydı da, iki ülke arasındaki ilişkiler bugünden daha iyi olmayacaktı. Deniz Yücel'in serbest bırakılması gibi bir süreç elbette yaşanabilirdi aylar öncesinden. Ama nasıl Deniz Yücel olayı, Almanya-Türkiye ilişkilerini eski seviyesine getirmediyse, Rahip Brunson'da da aynı akıbet yaşanacaktı. Türkiye, "küresel güce taviz vermiş" ülke görüntüsünü pekiştirecekti sadece.

Beyaz Saray'ın skandal yaptırım kararı, ABD Avrupa Kuvvetleri ve NATO Müttefik Kuvvetler Harekat Komutanı Curtis Scaparrotti'nin Ankara'da üst düzey temaslarda bulunduğu günün akşamında geldi. Türkiye'nin, PKK terörüne kurban verdiği bir anne ile 10 aylık oğluna ağladığı günün akşamına...

Bu kadarını tesadüf olarak kabul edenler olabilir ama hiç de mantıklı değil.

Artık ABD'nin Ortadoğu'da "lejyoner orduları" var. Barzanistan'da Peşmerge, Kuzey Suriye'de de Apoculardan oluşturulan iki ayrı "Kürt lejyoner" ordusu var Sam Amca'nın. Bağdat'ı, Ankara'yı, Tahran'ı ve Şam'ı hedef alan ordular bunlar. İhtiyaç duyduğunda devreye sokup, dünyanın değişik ülkelerini hedef aldırabildiği IŞİD gibi bir canavarı da elinin altında tutuyor nasılsa.

* * * 

Türkiye'den sadece Rahip Brunson'ı istemiyor Armegedon Savaşı'nı çıkarmak için uğraşan "Evanjelist" politikacılar. İsrail'in bölgedeki yayılmacı politikalarının tıpkı Suud çetesi gibi görmezden gelinmesini istiyor. Siyonizmin "büyük tehdit" gördüğü İran ve ona bağlı Ortadoğu'daki tüm örgütlerin yok edilmesini, buna da Türkiye'nin göz yummasını istiyor.

"Toprağın altı bizim, üstü sizin" anlaşmasına vardığı PKK'nın, Kuzey Suriye'de "yapay devlet" sahibi olmasına kayıtsız kalmasını istiyor. Barzanistan ile Apoistan'ın İran'dan Suriye'nin kuzeyine kadar olan hattı elinde tutmasını, Ankara'nın da buna rıza göstermesini istiyor.

Rusya ve Çin'le olan tüm ticari, stratejik işbirliklerini elimizin tersiyle itmemizi, Astana masasından kalkmamızı, ABD ve İsrail'in sorun çıkarmayan "işbirlikçisi" olmamızı istiyor eskisi gibi...

Türkiye, bir yandan ABD'nin "yaptırım" kararlarına karşı atacağı adımları planlarken, gelecek diğer hamleleri öngörme çabası içerisine girmelidir. ABD'nin, 1950'li yıllardan itibaren oluşturduğu "derin" organizasyonları kıskaca almalıdır. Papaz onların imam bizim diye duygusal körlüğe kapılmadan hem de. Unutmamalı; daha dün "muhterem hocaefendi" olan bugün bir numaralı ABD ajanı değil mi?