Ahmet Muhip Dıranas, edebiyatımızda daha çok şiirleriyle dikkat çekmişti. Ancak yazdığı oyunlar ve bir dönem yürüttüğü Devlet Tiyatrosu Edebi Kurul Başkanlığı ile tiyatromuz içinde önemli bir yere sahipti.

Dıranas, Edebi Kurul üyesi olduğu dönem boyunca, oyunları Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenmemiş, yalnızca Gölgeler 1952 ve 1982 yıllarında, iki kez sahnelenmişti.

Dıranas’ın bu prensibine rağmen, 1956 yılında yeniden kaleme alarak sahnelenmeye uygun hale getirdiği ve dilini sadeleştirdiği, Abdülhak Hamit’in Finten’i, Devlet Tiyatrosu’nda sahnelendiğinde, eleştirilmişti. (Akis)

Edebi Kurul üyesi olan Munis Faik Ozansoy, yazdığı bir yazıda hem Edebi Kurulu hem Dıranas’ı savunurken şöyle demişti:

“Ahmet Muhip, Hamid‘in cümlelerine üç çeyrek asrın yükleyebildiği toz tabakasını saygılı bir itina ile sildikten sonra, kaybolmasını, sahne arkasına çekilmesini bilmiştir. Demek istiyorum ki, yeni şekliyle Finten‘in metninde ve ruhunda yine Hamid‘i; fakat sahne tertibinde daha çok Ahmet Muhip‘i bulacaksınız. Dıranas, şiir gibi tiyatroda da tanınmış olan sanatkâr adını tehlikeye koyabilecek bir işi, kudretle yapmasını bildi.”

Tiyatro eleştirmenleri ve tarihçileri tarafından, Ahmet Muhip Dıranas pek dikkate alınmadı. Pek çok kaynakta Gölgeler anılırken, Çıkmaz’dan söz edilmiyor. Dıranas’ın tiyatrolarında da şair yönünün belirginleşmesi, bunun nedeni, olabilir. 

Ahmet Muhip Dıranas’ın biri tek perdelik piyes olmak üzere üç tiyatro eseri bulunuyor. Sağlığında yayımlanan oyunlarının toplandığı kitapta Gölgeler ve Çıkmaz adlı iki oyunu yer aldı. 1942 yılında Cumhuriyet Matbaası’nda basılan Üç Kahraman adlı piyesi, kitap hâline gelmiş oyunlarının arasında yer almadı. “Çıkmaz” daha önce “O Böyle İstemezdi” adıyla oynanmıştı.

Ahmet Muhip Dıranas, oyunların basıldığı kitapta yaptığı açıklamada; “O Böyle İstemezdi”nin yalnız adı değil, biçim ve bölüm değişikliklerine de uğradığını, ancak gerek kişilerin, gerekse oyunun özünün aynı kaldığını, diyalogların kısaltıldığını belirtmişti. Bu telif eserlerin dışında bir çok çeviriler yaptığını söyleyebiliriz.

İçine girdiğimiz sanat sezonunda, Ugo Betti'nin 1946 yılında yazdığı, Ahmet Muhip Dıranas'ın Türkçeye çevirdiği ve Sadık Yağcı'nın yönetmenliğini yaptığı Keçiler Adası, İzmir Devlet Tiyatrosu tarafından oynanmaya başladı.

Keçiler Adası, insanın suça doğuştan eğilimli ve kötücül bir varlık olup olmadığı sorusunu gündeme getirirken çevremizi kuşatan ortamın, suçun ortaya çıkmasındaki rolünü irdeliyor. Oyun ayrıca, erkeklerini savaşa gönderen ve yalnız kalan ada kadınlarının dramını ele alıyor.

Ahmet Muhip Dıranas, gerçekçi yazınına bir tepki olarak 19. Yüzyılda batıda filizlenen sembolizm akımından etkilenmişti. Bu etkiyle, gerçekçi tiyatronun yöntemi olan yansıtma yerine, şiirin hünerleri olan dolaylı anlatım ustalıklarına başvurdu. Bunlar, imge, simge, benzetme, çağrışım yapma gibi hünerlerdi. Soyut, gizli, gizemli gerçekleri doğrudan doğruya değil, onları sezdiren, anımsatan, çağrıştıran bir benzeri veya parçası ile anlatmaydı. Sahnede bir atmosfer yaratılarak bir düş ortamı gerçekleştirilmekte, bu ortamda evrenin gerçek anlamı, gizemi ve güzelliği sezdirilmekteydi.

Nitekim, Gölgeler oyunu düş-gerçek ikilemi üzerine kurulmuştu. Yazar, oyunun başına koyduğu açıklama yazısında:

“Baba hariç diğer kişilerin zaman zaman gerçek, zaman zaman düşsel kişiler olarak sahnede görüneceklerini” ve “düşsel kişilerin oyunlarının Baba’nın onları düşünme biçimine göre oluşacağını” öngörmüştü.

Gölgeler’in düş ve gerçek arasında git-gellere dayalı anlatımı, mantığa, akla aykırı gibi görünüşü seyirciyi önce yadırgatıyordu. Ancak daha sonra yavaş yavaş seyirciler, oyun içindeki sembollerin farkına varmaya başlıyor, sembolleri çözümleyerek aralarındaki bağlantıları kurabiliyorlardı. Böylelikle izleyici, akla aykırı gibi görünenin ardındaki yepyeni bir gerçekliğe ulaşmış oluyordu.

Yarın Dıranas’ın “Gölgeler” adlı oyunu hakkında düşüncelerimi yazacağım.