Bütünüyle musikimize özellikle Türk Halk Müziğine emek veren ve repertuarımıza çok sayıda eser kazandıran bir sanat ve Kayseri sevdalısından; Ahmet Gazi Ayhan'dan söz edeceğim.

Ahmet Gazi Ayhan, 5 Mart 1921'de Kayseri'nin Endürlük köyünde doğdu. Babasının adı Mehmet, annesinin ki Hanım'dı. Üç yaşındayken babası ölünce, annesinin köyü olan Akçakaya'ya taşındılar. İlkokulu Zencidere'de okurken üvey babasının bakkal dükkânında çalışıyordu. Bu yıllarda kendi kendine kaval çalmayı öğrendi. 
Ahmet Gazi Ayhan hayatının en sıkıntılı günlerini çocukluk yıllarında yaşadı. Dokuz on yaşlarındaydı. Komşuları Hacı Ömer Sabancı'nın yönlendirmesiyle Adana'ya gitti. Çırçır fabrikasında çalıştı. Fırıncı, saatçi çıraklığı yaptı. Marangozlukta karar kıldı.  Böylece kendi sazını yapma fırsatı bulmuştu. 
Babasının çok iyi saz çaldığı, zeybek oynadığı anlatılırdı. Çocukken tahta kaşığa at kılı bağlayarak saz çalmaya başlamıştı.  Saz çalmayı öğreten kimse olmamıştı. Yeteneğini babasından almıştı. Annesi köyün mevlit okuyucusuydu. Kayseri türkülerini de ondan öğrenmişti. 

Ahmet Gazi Ayhan, askerlik çağına geldiğinde II. Dünya Savaşı çıkmıştı. Kahramanmaraş ve Konya'da dört yıl askerlik yaptı Burada Konya'nın tüm türkülerini ve Konya'nın kendine has saz çalma tavrını öğrenerek kendini geliştirdi. 1944 yılında Ankara Radyosunun açtığı stajyer sanatçı sınavını kazandı. Dört yıl "Yurttan Sesler" korosunda görev yaptı. 1950 yılında serbest çalışmak için Ankara Radyosu'ndan ayrıldı. O, Kayseri'ye, Akçakoca'ya, Erciyes Dağına tutkundu. Buraların özlemini hep duydu.  Bu özlemini türkü türkü hayatının her döneminde yansıttı. 

Ahmet Gazi Ayhan, Kayseri Halkevi'nde nota ile tanışmıştı. Radyoda bilgisini ilerletti. Ut, saksafon, keman, yaylı tambur, org gibi çalgı aletlerini ustaca çalabiliyordu.  1950 yılında Ankara Radyosu'ndan serbest çalışmak üzere ayrılınca sahnede birçok yeniliği uygulama imkânı bulmuştu. Ahmet Gazi Ayhan bir söyleşisinde şöyle demişti: 

"Bilgiyle yapılan çalışmanın, ehliyetli ellerde olmasını ve yılmadan, gayretle oluşturulmuş eserleri ve ciddi yapılan her güzel işi takdirle karşılarım. Şarlatanlıklara ve yapmacık şeylere asla tahammül edemiyorum. Bence her eserin her şeyden önce bir sanat değeri olmalı. Sanatkârın ruhunu aksettirmeli. Aslı bozulmadan yapılacak reformlara taraftarım. Yoksa çok sesli müzik, batı müziği, caz müziği yapacağız diye falsolu ve kötü eserler yapılıp o canım türkülerimiz fukaralaştırılmasın. Mesela Adnan Saygun'un "Yunus Emre Oratoryosuna" hayranım. Aranjman yapmak, yepyeni bir eser meydana getirmek değildir. 
Yeni eserler vermek lazım. Halk musikisine değişik sazların girmesini isterim. Bilhassa nefesli sazlara yer verilmeli. Çalma çırpma eserler musikimizi zayıflatıyor. Buna gönlüm razı olmuyor." 

Ahmet Gazi Ayhan, birçok türkünün bestecisi veya 'kaynak kişi'si olarak bir döneme damgasını vurdu. Anılarını köy sohbetlerine özgü bir havayla anlatır ve dinleyicileri kendine hayran bırakırdı. 

Onun çok güzel yorumladığı "Gesi bağları" türküsünün hikâyesini anlatırdı. Anlatılarından hareketle bu türkünün hikayesi şöyleydi: 

"Gesi'ye uzaktan bir gelin gelir. Babasını küçükken kaybetmiştir. Annesinden bir haber alamaz. Bir süre sonra kocası çalışmak için gurbete gider. Gidiş o gidiş... Uzun yıllar geçer. Eşini sabırla bekleyen kadın yalnızlık içerisindedir. Kocasından iki satır mektup ya da uçan kuştan bir haber bekler; ama nafile.  Gelin özlemlerini, ruh durumunu,  yaşama ve direnme uğraşısını yüz yirmi beş kıta, yanlış duymadınız yüz yirmi beş kıta türküyle dışa vurur. 
"Gesi bağlarında dolanıyorum / Yitirdim yârimi aranıyorum / Bir çift selamına güveniyorum / Atma anam atma beni dağlar ardına / Kimseler yanmasın, anam yansın derdime"

 Ahmet Gazi Ayhan 1954 yılında yeniden Radyodaki görevine döndü. Bu yıllarda Yıldız Ayhan Hanımefendiyle evlendi. Birlikte çok güzel bir ikili oluşturan Ayhanlar, yurdumuzun her yanında sayısız konserler verdiler. Yarınki yazımda Yıldız Ayhan'ın diliyle Ahmet Gazi Ayhan'ı anlatacağım.