Dostlarımızı bir bir ebediyete uğurluyoruz.

Kimisi yıllar geçse de gönlümüzde yaşıyor… Kimilerini maalesef çabuk unutuyoruz.

Bazen arkadaşımız vefat ediyor, birkaç gün sonra haberimiz oluyor. Cenazesinde helalleşemeden veda ediyor, son yolculuğuna çıkıyor…

En son Ağustos ayının sonunda gazeteci dostumuz Ahmet Efe sessiz sedasız ayrıldı aramızdan…

Vefatını bile günler sonra öğrenebildik…

Şehir ve geçim şartları hepimizi savurdu.

Basının içinde bulunduğu çıkmaz, gazetecilerin hayatını daha da zorlaştırdı.

Gazetecilik dün de zordu, bugün daha da zor…

16 Eylül’de vefatının 11. yılında andığımız rahmetli Kemal Çapraz da 2000 yılında savrulan gazeteciler arasındaydı…

İşsiz kaldı, en yakın dostları yalnız bıraktı, aramaz oldu…

O yine umutluydu ve gazeteci dostlarını birleştirmek için Basın Birliği Derneğinin kuruluşuna öncülük etti. Adeta tek başına Basın Birliği Derneğini büyük umutlarla kurdu. Vefat edene kadar da başkanlığını sürdürdü.

Özellikle işsiz kalan gazetecilere umut olmak istiyordu, onlar için çare arayışındaydı…

Ufuk Ötesi Gazetesini, çok zor ve kıt imkânlarla çıkardı. Hani derler ya, bir masa iki sandalye ile işe koyuldu diye… İnanın Ufuk Ötesi Gazetesini çıkarırken bir masa, iki sandalye bile yoktu…

Herkes Türk milliyetçiliği tarafını anlatıyor... Doğrudur da, örnek bir Türk milliyetçisi ve ülkücülüğü sözde değil, özde yaşayan bir insandı…

Ama asıl güzel yanı, dostluğu, vefası ve arkadaşlığıydı…

Onun içindir ki, aradan 11 yıl geçmesine rağmen dostları onu hiç unutmadı.

Sadece kendi görüşünde olanlar değil, zıt fikirde olanlar bile Kemal Çapraz’ı övgüyle anlatıyor…

Kemal Çapraz’ı hiç tanımayan, görmeyen gençler bile 16 Eylül’de Tuzla’daki mezarı başındaydı…

Sosyal medyada, whatsapp gruplarında övgü dolu sözlerle anılıyor, hatıraları anlatılıyor.

Kemal Çapraz’ı en güzel şekilde sanırım Aydil Erol ağabeyimiz anlattı…

“Dünya dünya olalı yiye yiye doymak bilmeyen kara toprak, ‘Bağrımda Kemal Çapraz gibi bir er yatıyor!’ diye ne denli övünse azdır. Şairin ‘Bir namazlık saltanatın olacak/Taht misali o musalla taşında’ deyişine aldırma. Senin gönüllerdeki saltanatının dünya durdukça devam edeceğine Tanrı’ya inandığım gibi inanıyorum.”

Kemal Çapraz, yaşarken göremediği ahde vefayı vefatından sonra görüyor…

Ölümlü dünyada dostlarımızın kıymetini yaşarken bilelim…

*****

Satmayız dostumuzu bir tokada

Baba ve oğul konuşuyorlar. Baba, oğluna sorar; “Senin kaç tane dostun var?”

Oğlu cevap verir: “Ohooo, yüzlerce...”

Baba, oğluna açıklar:

- Bak oğlum, insanın bir sürü arkadaşı olabilir ama yüzlerce dostu olamaz. Dost dediğin diğer arkadaşlara benzemez. İnsanın hayatı boyunca ancak bir ya da iki tane dostu olabilir.

Oğlu “Saçma” der; “Benim bir sürü dostum var ve hepsi beni sever ve her zaman bana yardıma koşacaklarına eminim.”

“Öyle mi” demiş baba; “O zaman gel seninle bir test yapalım.”

Adam birkaç tane tavuk keser ve başka birkaç ıvır zıvırla birlikte bir çuvala doldurur. Çuvaldan kanlar akıyor…

Baba oğluna der ki:

- Şimdi git, bu çuvalı arkadaşlarına götür ve onlardan yardım iste. Çuvalı birlikte bir yerlere gömün.

Oğlan çıkar yola, bir arkadaşının kapısını çalar. Arkadaşı elindeki kanlı çuvalı görünce çocuğun yüzüne kapıyı kapatır. Başka arkadaşları bir daha onlarla konuşmamalarını, görüşmemelerini rica eder. Çünkü hepsi çuvalın içinde bir ceset olduğunu sanır.

Oğlan, yüzü allak bullak olmuş bir halde babasına döner ve olanları anlatır.

Baba, “İşte senin arkadaşlarının dostluğu bu kadar... Şimdi al bu çuvalı benim dostuma götür” der.

Oğlan tekrar sırtlar çuvalı, düşer yola. Babasının dostu kapıyı açıp, oğlanı ter içinde, elinde kanlı bir çuvalla görür görmez etrafa şöyle bir bakar ve hemen içeri alır.

“Sen Ahmet’in oğlusun değil mi?” diye sorar.

“Evet” der oğlan.

“Ver elindekini” diyerek çuvalı alır. Arka bahçeye çıkarır, arka bahçede bir çukur kazıp çuvalı gömer. Oğlana su ikram eder. Bu arada gömdüğü yer belli olmasın diye sarımsak eker tarlaya.

Oğlan “Ben artık gideyim” der.

Adam da “Babana söyle sarımsak tarlasına gözüm gibi bakıyorum” diye uğurlar.

Oğlan gider babasına durumu anlatır: “Gerçekten senin dostun var, benim ise sadece sıradan arkadaşlarım…” der.

“Yooo bitmedi” der baba; “Şimdi tekrar git, dostumun kapısını çal ve açar açmaz yüzüne okkalı bir tokat yapıştır.”

Oğlan “Olur mu hiç öyle şey” der.

Baba “Olur olur, ancak o zaman anlayacaksın dostluğun ne demek olduğunu” diye cevap verir.

Oğlan çaresiz, utana sıkıla tekrar düşer yola. Kapıyı çalar. Babasının dostu kapıya çıkar çıkmaz, “Babamın size iletmek istediği bir şey var” der.

“Nedir o?” demeye kalmadan oğlan okkalı bir tokat yapıştırır babasının dostunun suratına. Üzülür bir yandan da, nasıl vurdum diye.

Babasının dostu der ki, “Benim de babana iletmek istediğim bir şey var... Söyle o babana biz bir tokada satmayız, koskoca sarımsak tarlasını!”

Oğlan o zaman anlar dostluğun değerini ve babasının “Yüzlerce arkadaşın olacağına bir dostun olsun yeter” derken ne demek istediğini...

*****

TEBESSÜM

Sağlık karnesi

Muayene olan hasta, doktordan ilginç bir istekte bulunur.

- Doktor hanım, ilaçları senin sağlık karnene yazdırsak olur mu?

- Benim karneme mi? Niçin?

- Benim sağlık karnem yok.

- Peki, seni kimin sağlık karnesi ile muayene ettik?

- Komşunun kızının sağlık karnesiyle... Onu bu sıra çok kullandık. Artık yüzüm tutmuyor.

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Dost edinmeye bak, düşmanını annen bile doğurur.

Mehmet Akif Ersoy