Boşluk.

Bir ırmak gibi uzanan; uzun, çok uzun bir acının kenarına sıralanmış; önümüzdeki  boşluğa bakıyor gözlerimiz. Ne gariptir ki uzun uzun ve sessizce ne kadar bakarsak bakalım  o boşluğa sığmıyor acımız. Ne de kendimiz sığıyoruz onun içine. Hepimiz başka yerlerden geldik buraya. Birbirimizi çektiğimiz acıdan tanıyoruz sanki. Acının  yarattığı kardeşlikle kollarımız birbirine değiyor arada. Şaşırmayın acı kardeşlik yaratır. Kimse yabancı hissetmiyor o ırmağın kenarında kendini. Herkes başka bir acıdan tanıdık birbirine. 

Bu gün 4 Ekim 2018 Perşembe. Sabahın ilk saatlerinde gelen şehit haberleriyle yanmaya başladı içimiz. Oysa  pırıl pırıl bir sonbahar sabahıydı. Sabah çiy düşmüş otların kokusuyla toprağın kokusu birbirine karışıyordu.  

Bu gün 5 Ekim 2018 Cuma; dün toprağın kokusu deyip bıraktım yazmayı.  Yazmak istemedim. Hiçbir şey yapmak istemedim. Mutsuzluk ve acıyla baktım durdum önümden akıp giden bulutlara, ağaçlara, kuşlara, rüzgara. Ama hiçbir şey görmedim. Belki de anlamadım içimden akan nehre baktıkça dışımda gördüklerimi. Ne konuşmak ne de yazmak istedim. 

Yazılarımı okuyan arkadaşlarım mutsuz ya da hüzünlü yazılar konusunda uyarıyor ve eleştiriyorlar beni. Daha neşeli cümleler kur, sevinç dolu olsun yazıların diye öneride de bulunuyorlar. Sahi mutluluk diye bir kavram vardı değil mi? Sevinç diye. Ne desem bilmiyorum ki. İnsan nasıl mutlu olur anımsayanınız var mı? Ya da en son ne zaman sevinç içinde tamamladınız bir gününüzü? Aklımızın içinde, benliğimizin en derininde kaygı çarkları bütün hızıyla  dönerken mümkün mü bu? Bu vatanın çocukları, bu kirli savaşta toprağa düşmeye devam ettikçe mümkün müdür kaygısızca yastığa koyarak başınızı uyumak? Ben her akşam ''neden'' diye başlayan sorular soruyorum kendime; neden diye başlayan soruların ömre zararını bilerek.

Utanıyorum burada sayı vererek yazmaktan, konuşmaktan. Kaç eve ateş düştü saymak mümkün mü? Kaç anne, kaç eş? Sayı ''bir'' bile olduğunda bu ülkenin insanları bu kirli savaşı çıkaranlara karşı ayağa kalkmıyorsa bu savaş biter mi?
İlk çağlardan günümüze tek bir savaş vardır; insanlığın emperyalizme karşı verdiği savaştır bu. Bu savaşı dünyada ilk biz kazandık. Durmadan adı değişiyor savaşın da düşmanında ama özünde hepsi aynı . Yöntem değişiyor. Mücadele ettiğiniz düşman değişiyor. Savaş alanı, araçlar değişiyor. Hepsinden geriye kesif bir acı kalıyor. Bir de derin ve kapanmayan yaralar.
Hani ''neden'' diye başlayan sorular soruyorum ya kendime; neden savaş var sorusunun yanıtını da yazayım; çünkü birileri ancak başka insanları sömürerek ayakta kalıyor, insanların geleceğini, insanlığın geleceğini bir vampir gibi emerek büyütüyor imparatorluk dediği kokmuş yapıyı. Bunca acının, bunca toprağa verilen canın sebebi işte emperyalizm. Tek dişi kalmış canavar diyor ya Mehmet Akif; işte odur emperyalizm.

Zaman durdu. Zaman bir çok evde, bir çok insanda 4 Ekim 2018 olarak kaldı. Hiç değişmeyecek. Anlamayacaklar neler olduğunu. Bir dalgınlık gibi akacak kalan ömürleri. Acı çeken insanları bakar bakmaz tanıyacaklar artık. Evlerine döndüklerinde her seferinde zile basmadan önce birazcık duralayacaklar kapının önünde ve anımsamaya çalışacaklar nereye geldiklerini, kim olduklarını. Çünkü evin anlamı değişecek. Çünkü evden biri eksik. Hâlâ inanmadıkları. Çünkü kendi anlamları değişti. Birinin babası, annesi, çocuğu veya eşi değiller artık. İnsan her an kendini anımsamaya çalışır mı? Artık bunu sıklıkla yaşayacaklar. Ben onun babasıydım, ben onun annesiydim, ben onun eşiydim diye durmadan kendilerine tekrarlayacaklar.

Hiçbir şey gelmiyor elimizden. Sadece uzun, çok uzun bir boşluğu çekiyoruz içimize. Ve bir gün hepimiz o boşluğa dönüşeceğiz.
Bu gün Cuma. Bir aksilik olmazsa siz bu yazıyı Pazartesi okuyacaksınız. Önce anımsamaya çalışacaksınız ölenleri, nerede, nasıl öldüler; hayal meyal gelecek aklınızın ucuna ama tam çıkaramayacaksınız. Olsun. Canınız sağ olsun. 

Siz de bir gün boşluğa dönüşeceksiniz.