ABD destekli terör örgütü PKK/PYD, Afrin'i çok kolay terk edince birçok kişi şaşkınlığa uğradı. Daha doğrusu, örgütün ABD'li savaş şirketi Blackwater desteğiyle Türkiye'ye büyük direniş göstereceğini, zayiat verdireceğini ve bu yüzden de iktidarın zora düşeceğini umanlar vardı. Objektif verilere göre değil, olayları duygularına göre analiz edenler, Afrin üzerinden iç siyasette avantaj elde edeceklerini zannediyordu. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve onun "tuhaf" akıl vericileri de bunların arasındaydı. Kılıçdaroğlu, daha önce başka konularda da yaptığı gibi, nedenlerini somut bir şekilde ortaya koymadan "Afrin şehir merkezine girilmesin" diye ısrar edip durdu. Bu da, doğal olarak "Afrin'deki terör örgütü unsurlarına destek" olarak algılandı. Birileri, Kılıçdaroğlu'na siyasetin algılar üzerinden yürüdüğünü artık net bir şekilde söylemeli. Algıları yönetemeyenlerin, gerçekleri anlatamayacağını da. Ayak üstü söylenen ve detaylarıyla iyi anlatılamayan sözlerin de ters algı oluşturduğunu örnekleriyle beynine kazımalı...

* * *

Afrin'i, Menbiç'i, Fırat'ın doğusu-batısı sorununun nasıl oluştuğunu elbette hepimiz biliyoruz. Kısaca özetleyelim ki; bundan sonrası için izlenecek yollar bu toprakların halklarına mı hizmet ediyor, yoksa bu topraklar üzerine planlar yapan küresel çetenin mi, anlamamız kolay olsun.

ABD'nin 2001'de ikinci etabını uygulamaya koyduğu strateji başkanlar değişse de devam ediyor. Birinci etap, baba Bush döneminde Yugoslavya iç savaşı ve Körfez Savaşı ile başlamıştı. Demir perdenin çöküşüyle birlikte, yeni bir dünya şekillenmeye başlanmış, bunun adını da ABD'yi merkez alan dinamikler "Yeni Dünya Düzeni" koymuştu. 

Bu düzenin mimarları, Yugoslavya'dan 7 ayrı devlet çıkardı. Bosna-Hersek, Hırvatistan, Slovenya, Makedonya, Sırbistan, Karadağ ve Kosova "butik devlet" olarak ayrı ayrı ABD üsleriyle donatıldı. Ulus devletleri parçalama deneyi başarıya ulaşmıştı. Ortadoğu'da da, Körfez Savaşı'yla birlikte cin şişeden çıkarılmış, Sünni-Şii, Arap-Kürt-Türkmen ayrılıkları körüklenmeye başlanmıştı.

İşte şu anda devam eden "vekalet savaşı" da bu dinamikler üzerinden yürütülüyor. Suriye'de konuşulan gruplar, işte şişeden çıkan cinde vücut bulmuş gruplar.

Başkanlar değişse de, ABD'de bazı politikalar değişmiyor. Çünkü, planlar 25 ve 50 yıllık yapılıyor, sadece küçük revizelerle asıl hedefe doğru gidiş kesintisiz devam ediyor. 

Baba Bush döneminde birinci evresi tamamlanan planlar, oğlu W.Bush döneminde ikinci evreye geçti.

* * *

Sözde demokrasi ve insan hakları hedefiyle Irak yerle bir edildi. Ardından Libya ve sıra Suriye'ye geldi. Sonrasının İran ve Türkiye olduğunu, daha o yıllarda yüksek sesle haykıran hocalara bile kulak asmayanlar, bugün benzer şeyleri söylüyor.

W.Bush'un ardından Obama geldi, yine değişmedi planlar. Sadece "revize" edildi. BOP'un kurşun askerleri değişti sadece. Rusya'nın oyuna katılmasının ardından, "küresel çete" yeni bir revizyona daha gitmek zorunda kaldı.

Trump döneminde ise revizyonların yerini, büyük rol değişimi aldı. Radikal İslâmcı tüm örgütlerin arkasındaki finans ve lojistik desteği sağlayan Vahhabi çetesi, yeniden formatlayıp "ılımlı İslâm" temsilcisi olarak tayin edildi. Daha önce "ılımlı İslâm"la anılan ve hatta "örnek ülke" gösterilen Türkiye'ye de tam tersi roller. 

Obama döneminde açıkça deklare edilen ve Trump döneminde de sürdürülen PKK/PYD partnerliği, "rol değişimi" veya "strateji revizesi" değil. Zaten, yıllar önce yapılan planların bir parçasıydı.

* * *

Planın bir bölümü, 1 Mart tezkeresinin reddedilmesiyle bozulsa da, Irak ve Suriye'deki bölümü tıkır tıkır işledi. ABD'nin, 1 Mart tezkeresiyle ne istediğini, önümüze neler koyduğunu o müzakere masasında bulunan emekli Büyükelçi Deniz

Bölükbaşı bir röportajında anlatmıştı. Videosuna ulaşıp baştan sona izlemek mümkün. (Bu vesileyle, dün toprağa verilen Deniz Bölükbaşı'na da rahmet dilemiş, ailesine ve sevenlerine taziyelerimizi bildirmiş olalım.)

Şöyle anlatıyor Bölükbaşı müzakereleri:

"Amerika, Irak'ı işgalin ilk günlerinde Türkiye üzerinden geçireceği 24 bine yakın Amerikan birliğinin o bölgedeki güvenliğini sağlamak için Kürt gruplara silah dağıtmak, onları belirli savaş görevleri için eğitmek istiyordu. Türkiye üzerinden Kuzey Irak'a geçen o CIA timlerinin görevi de buydu. İlk organizasyonu sağlamaktı...

Müzakerelerdeki en ciddi sorunlardan biri; Kürt gruplara dağıtılacak silahların niteliği ve bu silahların dağıtımı ile geri alınması sürecinde Türkiye'nin rolünün ne olacağıydı. Amerikalılar bunu Türkiye'nin dışında, yani Türk topraklarından geçirerek dağıtacaklardı. Ama Türkiye'nin hiçbir söz hakkı olmasını istemiyorlardı.

Tabi en büyük kavga; PKK militanlarıyla mücadele konusunda yaşanmıştır. Amerika Türkiye'den, ancak PKK ateş açarsa onlara karşılık vermesini isteyecek kadar akıl ve mantık ölçülerini kaybetmiş bir ruh haliyle karşımıza çıkmıştır. Onlara bir zarar gelmemesini, onların ancak izin verdiği ölçüde TSK'nın o bölgede bulunmasını ve görev yapmasını istiyordu. Yani bir anlamda Barzani ile nikah kıymıştı. Türkiye için öngördüğü konum ise tabiri caiz ise bir metres ilişkisiydi."

Oldum olası Türkiye-ABD ilişkileri "ortaklık" değil, tıpkı merhum Bölükbaşı'nın ifade ettiği gibi "metres ilişkisi" üzerine kuruluydu. Trump'un çağrılarımıza olumlu cevap verip "Yola sizinle yürüyeceğiz" demesi de, bu bakış açısını değiştirmeyecek. Ya kendi oyunumuzda kendi rolümüzü oynayacağız, ya da "metres" olmayı kabul edeceğiz...