Tarih boyunca çalkantıların, karmaşaların ve büyük acıların sahne olduğu Ortadoğu'yu Irak'ı işgal ederek kan gölüne çeviren ABD, Obama döneminde mola verilen BOP'a "nerede kalmıştık" diyerek yeniden hız verdi.

Dünya "milenyum"a hazırlanırken, yeni bin yılın planını yapan ABD'yle sembolize edilen "küresel çete" bölgesel altyapıyı da buna göre hazırlamıştı çoktan.

"Saddam gidecek, Kaddafi gidecek, Mübarek gidecek" diye başlayan cümlelerle yeni Ortadoğu'yu tarif ediyorlardı. Varlığını, emperyalist güçlere borçlu diktatörlerin "kayırıldığı" bir Ortadoğu düzenlemesiydi anlatılan. 

Hedefler de belliydi:

Yugoslavya örneğinde olduğu gibi ulus devletlerin parçalanması, küçük egemenlik bölgeleri oluşturularak onlar aracılığıyla Ortadoğu'daki tüm stratejik noktaların "küresel çete"nin hakimiyetine geçmesi...

Bunun için, kendi yarattıkları diktatörleri hedef tahtasına koydular ve kağıttan kuleler gibi imparatorluklarını başlarına yıkarak sözde "Arap baharı" yaşattılar bölgeye. Kaç milyon insan öldü. Kazanan ise yine "küresel çete" oldu.

* * *

Amaç; sadece Ortadoğu'daki enerji kaynakları ve nakil hatlarını ele geçirmek, Çin'in İpek Yolu'nu canlandırma projesini engellemek değildi. Bunu yaparken, İsrail'in bölgede geniş bir hakimiyet alanına sahip olması da hedefleniyordu. İster Tevrat'taki vaadedilmiş toprakları kapsayan "Arz-ı Mevud planı" deyin, isterseniz Armageddon Savaşı...

Bush'ların başlattığı süreci sürdürmek üzere Beyaz Saray'a oturan Trump'un seçim vaadlerinin arasında yer alıyordu bunlar. Değişik ifadelerle ama, tarif belliydi.

"İslâm" ve "terörizm"i iç içe göstermek için kurgulanan El Kaide, Ortadoğu'da çok daha acımasızca kılık değiştirerek çıktı ortaya: DEAŞ ya da IŞİD.

"Küresel çete" bu örgüt üzerinden kendisi açısından en başarılı operasyonları gerçekleştirdi. İslâm dünyasında kolay kapanmayacak yaralar açıldı, ileride daha zehirli çiçekler verecek tohumlar da ekildi.

Şimdi, bir başka terör örgütüyle "açıktan" iş tutuyor ABD.

Türkiye'nin son 34 yılına malolmuş PKK'nın Suriye kolu ile. "Kürt şovenizmi"nin terörize edilmiş hali, örgütlü gerillalıktan "ABD'nin kurduğu ordu"ya dönüştürüldü bölgede. Tıpkı, Barzanistan'ın kuruluş sürecinde olduğu gibi, ABD silahlarıyla ele geçirdikleri bölgelerin demografik yapısını değiştirip "halkların kardeşliği"ne "ama uzaktan" şerhi düşerek...

* * *

Irak, Libya çökmüş, Suriye "vekalet savaşları"nın arenası haline getirilerek ağır yaralı yaşar hale getirilmişti. İsterse İsrail'in önünde durabilecek iki devlet kalmıştı: Türkiye ve İran.

Tarihten bu yana "çok barışık" olmayan ama asırlardır da savaşmayan iki köklü devlet geleneği, iki büyük güç.

ABD, Suriye PKK'sını askeri ve lojistik olarak büyütürken, hedefine Türkiye'yi koymuştu bile. Fırat'ın batısında da hakimiyet alanları oluşturan örgüt, ABD özel kuvvetler birimleri tarafından hem eğitiliyor, hem korunuyor. Suriye PKK'sına sıkılan kurşun ABD'ye sıkılmış anlamına geliyor yani.

Obama yönetimi, Suriye PKK'sını silahlandırırken Ankara'ya "Fırat'ın batısında kalmayacaklar" sözünü vermişti. Tutulmadı elbette. Diğer birçok verilmiş söz gibi...
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dün Elazığ'da o sözü hatırlattı ve ABD'ye açık "işbirliği" çağrısı yaptı. "Bölge politikamısı ABD ile birlikte yürütmek istiyoruz" dedi. Bir anlamda "2003'ten sonraki süreçteki gibi BOP'un partneri olarak devam etme çizgisindeyiz" diyerek açık çağrıda bulundu.

Ardından, Suriye PKK'sının bir hafta içerisinde Afrin ve Menbiç'ten çekilmemesi halinde "savaş" resti çekti. "Afrin'de teröristler teslim olmazsa orayı başlarını yıkacağız. Münbiç'te bize verilen sözler yerine getirilmezse kendi göbeğimizi keseceğiz. Bir haftaya kalmaz ne yapacağımızı görecekler" dedi.

Pentagon'un bu konudaki tavrı net: PYD'yi vuran karşısında bizi bulur...

Beyaz Saray'ı yönetenlerin Türkiye'yi gözden çoktan çıkardığı her halinden belli. Pentagon'un başka hesapları olabilir. Erdoğan'ın "ABD'yle yürümek istiyoruz" açıklaması önemli. Ama karşılık bulma ihtimali çok zayıf.

* * *

Trump, AB'nin restinden sonra İran'la olan nükleer anlaşmayı 3 aylığına daha uzattı. Kongre'ye yeni bir anlaşma fırsatı tanımak için adım attığı izlenimi verse de, İran'daki sözde halk ayaklanmasının istenen etkiyi yapmaması, Tahran rejiminin Avrupa'nın da büyük tepkisini çekecek "bastırma harekatına" girişmemesi bunda etkili oldu. Yeterince komuoyu oluşturamadı yani Trump. Ayetullah Mike'nin operasyonu henüz istenilen noktaya getiremeyişi etkili oldu bunda. 

Fakat, AB aynı desteği Türkiye'ye vermiyor. Dönem Başkanlığı'nı alan Boyko Borisov "imtiyazlı ortaklık" anlamına gelen sözler sarf etmişti. Fransa Devlet Başkanı Macron da şerhler düşmüştü Erdoğan'la görüşmesinde.

Almanya'da ise seçimlerin ardından hayli geçmesine rağmen koalisyon yeni kurulabildi. Hıristiyan Demokratlar ile Sosyal Demokratlar arasında yapılan anlaşmadaki Türkiye ayrıntısı çok önemli: Vize serbestisi verilmeyecek, gümrük birliği genişlemeyecek... Yani AB ile olan ilişkiler bir adım ileriye gitmeyecek.

Vize serbestisi, sığınmacıların Türkiye'ye geri kabulü anlaşmasıyla birlikte gündeme gelmişti. Biz vereceğimizi verdik ama ne vaadedilen 8 milyar Euro'yu alabildik, ne de vize serbestliğini...

Önümüzdeki günlerin çok sıcak gelişmelere gebe olduğu her halinden belli. Haydi hayırlılsı...