Referandum öncesi meydanlarda AB'ye meydan okuyan ve "Gerekirse bir referandum da AB için yaparız. Herkes kendi yolunda gider" diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, şimdi bu konuda daha yumuşak bir ifade kullanmaya başladığını görüyoruz.

AB ile kapıları kapatmak çözüm olur mu? Öncelikle bunun getirisi ve götürüsünü hesaplamak gerekiyor.

9 Mayıs Avrupa Günüydü. Bu önemli günde bizi yönetenlerce yapılan açıklamalara bakacak olursak, AB ile olan ilişkilerimizin devam edeceği yönünde mesajlar verildi. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan "Stratejik hedef olarak gördüğümüz AB üyelik sürecini karşılıklı saygı, eşitlik ve kazan-kazan anlayışı çerçevesinde devam ettirmek arzusundayız" diyerek yumuşak bir iniş yapmıştır.

Hiç kuşkusuz Avrupa'nın da Türkiye'ye ihtiyacı var. Öncelikle, kendisine doğru her an yeniden hızlanabilecek bir mülteci akımının caydırılabilmesi, kontrol altında tutulabilmesi için de Türkiye'nin işbirliğine ihtiyaç duyuyor. Bunun için de 2016 Mart ayında yapılan mülteci mutabakatının sürmesi gerekiyor.

Türkiye'nin de haklı olarak istekleri var. Her iki taraf aslında çözüm bulmakta sıkıntı çekiyorsa da karşılıklı iyi ilişkiler çerçevesinde sorunların üstesinden gelinebileceği görüşündeyiz.

İhracatımızın neredeyse yarısını AB'ye yapıyoruz. Bu önemli Pazar payını bir anda kaybetmek bizi ekonomik açıdan çok daha sıkıntılara sokabilir. Türkiye'nin geçen yıl 142 milyar dolar dolayında gerçekleşen ihracatının 68 milyar doları AB ülkelerine yönelmiş. Yani, ihracatımızın neredeyse yarısı (yüzde 47,9) AB pazarına gitmiş. Küçümsenmemesi gereken son derece önemli bir konu.

AB ile ilişkilerimizin iyiye gitmesi ile turizm sektörünün de nefes alabileceğini söylemeliyiz. Birçok Avrupa ülkesi, Türkiye'ye vatandaşlarının tatil için gitmesini istemiyor. Bu nedenle önleyici tüm önlemleri de alıyor. Türkiye, terör ortasında, savaşın içinde bir Ortadoğu ülkesi görünümünde gösteriliyor. "Can ve mal güvenliği yok" deniliyor.

Bunların çoğunun imajımızı bozmak, bizi köşeye sıkıştırmak için yapıldığını biliyoruz. Ancak, bu çemberden de kurtulmamız gerekiyor. Özetle, turizm açısından da Avrupa bizim için son derece önemlidir.

Şimdi işin sıkıntılı yönleri de var:

Bilindiği gibi, Türkiye'de idam cezalarının yeniden getirilmesi isteniliyor. Bu konuda "İdam getirilsin mi, getirilmesin mi?" tartışmaları da sürüyor.

Türkiye ile AB arasında yapılan üyelik protokolünde "idam cezalarının geri getirilmemesi" koşulu da var. Eğer, idam cezaları getirilirse AB'nin tavrı ne olur? İpler iyice kopmaz mı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan referandum öncesi yaptığı açıklamalarda "Meclis'ten idam cezalarının getirilmesi kararı alınır, yasa önüme gelirse imzalarım "diyordu.

MHP Genel Başkanı Bahçeli, idamın yeniden getirilmesi konusunda AK Parti'nin harekete geçmesi gerektiğini istiyor. Bu konuda acele de ediyor. Bahçeli, konu ile son açıklamasında  "İdam cezası toplumsal bir talep midir? Evet. İdam cezasına Adalet ve Kalkınma Partisi destek midir? Evet. Cumhurbaşkanı, kanun önüne gelirse onaylayacak mıdır? Bu da evet. O halde durmayalım, alttan almayalım, gecikmeyelim, Türkiye'nin kendi göbek bağını nasıl kestiğini, nasıl keseceğini herkese gösterelim. Kavakta nar olmaz, kötülerde ar olmaz, Türk milletinin kesinlikle affı olmaz, olmayacaktır" diyerek isteklerindeki ısrarı yineledi.

AB ile kapıları kapatmak istemeyen AK Parti ise şimdi ne yapacak?

Hiç kuşkusuz sorunlar bu kadarla da sınırlı değil.

Avrupa, Türkiye'de hukukun siyasallaştığını, ifade özgürlüklerinin kısıtlandığını, basına ağır baskı uygulandığını, demokrasinin tartışıldığını da söylüyor. Hatta çok ağır eleştiriler de geliyor.

İlişkiler yeni bir zemine otursa bile tam üyelik sürecinde önümüze konulan istekleri ne ölçüde yerine getireceğiz bu da ayrıca tartışılması gereken bir başka konudur. Çünkü basın özgürlüğü, hukuk, demokrasi gibi konulardaki kuşkular giderilmesi sürece AB ile tam üyelik ilişkilerinde beklenen yolu alabileceğimizi zor görüyoruz.

Tüm bunlara rağmen AB ile kapıları kapatmamak için gösterilen çabayı da desteklediğimizi vurgulayalım.