Hafta sonu LYS yapıldı. O kadar çok sınav yapılıyor ve sınav sistemi o kadar çok değişiyor ki, neyin ne olduğunu bırakın sıradan insanları, artık uzmanlar bile anlamakta zorlanıyor.
LYS, halkın anlayacağı ifade ile üniversiteye yerleştirme sınavı... Sınavda başarılı olanlar, üniversitede istedikleri bölüme yerleşecek...
Sınavdan çok ÖSYM'nin bu yıl başlattığı uygulama konuşuluyor. ÖSYM, sınavın başlamasına 15 dakika kala dış kapıyı kapatıyor ve öğrencileri sınava almıyor... 
Örneği hafta sonu yapılan sınav 10.00'da başlamıştı. 09.45'ten sonra hiçbir öğrenci sınava alınmadı.
LGS'de olduğu gibi yine birkaç saniye veya birkaç dakika geç kalanların bir yıllık emekleri çöpe gitti... Ağlayanlar, perişan olanlar, baygınlık geçirenler... Hatta daha önceki sınavda olduğu gibi intihar edenler...
Peki, ÖSYM bunu niye yapıyor, 15 dakika kuralı Allah'ın emri mi?
Bu kuralın akılla, mantıkla izah edilir bir tarafı var mı? Kime ne faydası var...
Çıkıp biri açıklasın ki, biz de anlayalım.
Geçmiş yıllarda sınav başladıktan sonra da öğrenciler içeri alınırdı. Ne zaman ki, öğrenciler sınavdan çıkmaya başlar, içeri girişler durdurulurdu. Hatta geç kalan öğrenciler düşünülerek, sınavdan çıkmak isteyenler yarım saat geçmeden bırakılmazdı...
Şimdi eğitimi yeniden mi keşfettik de bu uygulamaya geçildi.
Herkes zamanında sınava gelsin, diğer öğrencilerin dikkati dağılıyormuş... Bırakın bu zırvaları...
Özellikle büyük şehirlerde, çoğu zaman bir saatten fazla mesafeden gelenlerin olduğu ülkede, birkaç saniye geç kaldı diye öğrenciyi sınava almamak, cinayet kadar ağır bir yaptırımdır...
Bazıları da geç kalan öğrenci sayısı çok az, bunun için bu kadar abartmaya gerek yok diyor...
Bir öğrencinin bir dakika geç kaldığı için sınava girememiş olması yetmez mi... İlla binlerce mağdurun olması mı gerekiyor...
"Ben yaptım oldu" mantığıyla getirilen bu kural sebebiyle binlerce öğrencinin emeklerinin çalınmasına nasıl göz yumulabiliyor...
Bu kuralı getirenler, aynı şartlarda kendi evlatları mağdur olsaydı ne yaparlardı...
Kendi çocuklarının sınav derdi yok mu?
Yoksa sınavdan muaflar mı?

***

İki adam ve adalet
İki öfkeli adam bir garibanı sürükleyip sokakta yürüyen kadı efendinin önüne bırakırlar.
O mahallede yaşayan dört beş yaşlarındaki çocuk, arkadaşlarıyla birlikte olay yerine koşar. İki öfkeli adam, zorla getirdikleri adamdan şikâyetçidir. Biri alelacele anlatmaya başlar:
- Efendim biz üç arkadaştık. Birlikte iş yaptık ve bu işten iyice bir para kazandık. Yalanı yok ya birbirimize itimadımız yoktu. Paramızı hepimizin güveneceği birine, yani buna emanet ettik ve "Üçümüz birlikte gelmedikçe bu parayı hiç kimseye veremeyeceksin" diye sıkı sıkı tembihledik. Ama bu adam bize hıyanet etti. 
Kadı yaka paça sürüklenen adama bakar:
- Doğru mu söylüyor bunlar?
- Doğru efendim ama eksik.
- Nasıl yani?
- Evet, bunlar dün akşam bana bir kese para bıraktılar ve "Birlikte gelmedikçe hiçbirimize verme" dediler. Ancak henüz elli adım bile gitmeden içlerinden biri geri geldi ve altınları istedi. Uzaktan "Bakın veriyorum" diye bağırdım, bu ikisi de kafa sallayıp "Tamam" dediler. Söyleyin başka ne yapabilirim ki? 
Kadı bu kez diğerlerine döner:
- Peki, buna ne diyeceksiniz?
- Onu da açıklayalım. Keseyi emanet edip giderken şimdi burada olmayan arkadaşımız aniden durdu. "Bütün paramızı emanetçiye bıraktık ama bu akşam ne yiyeceğiz?" dedi. Biz de harcanacak kadar bir şeyler almasına izin verdik. Hepsini alıp kaybolacağını nereden bilebilirdik?
- Hımmmm. Şimdi iş açığa çıktı. Arkadaşınız paraları alıp kaçtı desenize.
- Evet, ama biz emanet verdiğimiz adamı tanırız. Ona üstüne basa basa "Üçümüz birlikte gelmedikçe verme" dedik mi, dedik. O da bunu kabul etti mi, etti. Uyanık olaydı da aldanmasaydı. Madem bir saflık yaptı, ceremesini çeksin, bedelini kesesinden ödesin. 
Ödesin demek kolay ama adam o kadar parayı verecek güçte değildir. Zaten üzgün ve bitkindir. Ağlamamak için dudaklarını ısırır ve büyük bir teslimiyetle boynunu büker. Zor duyulan titrek bir sesle:
-  Hatalıyım efendim der, cezama razıyım. 
Hava bir anda emanetçinin aleyhine döner. Merhametli kadı gözlerini kısar, sakalını sıvazlar. Bir çıkış yolu arar ama nereye kadar? İşte tam bu sırada kalabalığın arasındaki küçük çocuk adamın elinden tutar: 
- Ağlama amca der, kendini niye üzüyorsun ki?
- Nasıl üzülmem yavrucuğum, başıma gelenleri duydun işte.
- Sen gel beni dinle ve de ki; "Kese bende."
- Haydi, istediğin gibi olsun. Diyelim ki kese bende olsun. 
- Emaneti almaları için bunların üç kişi birlikte olmaları gerekmiyor mu?
- Gerekiyor.
- Öyleyse söyle onlara getirsinler arkadaşlarını, alsınlar paralarını!

****

TEBESSÜM

Cennetin yolu
Günün birinde bir papaz Trabzon'a gider ve kiliseyi aramaya başlar.
Yolda bir çocuk ile karşılaşır ve sorar:
- Evlat kilise nerede?
Çocuk kilisenin yolunu tarif eder.
Papaz:
- Sen iyi bir çocuksun. Yarın kiliseye gel de sana cennetin yolunu tarif edeyim.
Çocuk:
- Sen daha kilisenin yolunu bilmiyorsun, cennetin yolunu nereden bileceksin?
     
 ****

GÜNÜN SÖZÜ
Ne kadar okursan oku, bilgine yakışır şekilde davranmıyorsan, cahilsin demektir. / Sadi Şirazi