Bugün 23 Nisan…

Türk’ün yeniden bağımsızlığına kavuştuğunun 100. yıldönümü…

Gönül isterdi ki, 100. yılda çok görkemli kutlamalar yapılsın, yer gök al bayraklarla süslensin, Türk’ün bağımsızlığı tekrar tekrar her ağızdan haykırılsın…

Salgın sebebiyle hiç tören yapılmıyor, yapılmayacak…

Salgın olmasaydı, görkemli törenler yapılacak mıydı diye sorarsanız…

Doğrusu pek ihtimal vermiyorum, çünkü öyle bir hazırlık zaten yoktu…

TBMM’de bile zoraki toplananların, “liderler katılmasın, liderler katılırsa fazla kalabalık olur” diye çağrı yapanların, görkemli kutlama yapacaklarına ihtimal vermek fazla iyi niyettir…

İşin hazin tarafı, 100 yıl geçti; kimi çevrelerde hâlâ saltanat özlemi var, hâlâ Türk’ün bağımsızlığına hazımsızlık var…

Amerika, kurucusu Washington’un resmini paraya basmakla yetinmedi, başkente adını verdi…

Bizim gibi yedi düvelle savaşarak da kurulmadı… Alt tarafı iç karışıklıkları sonlandırdı, birleşik devlet yaptı…

Bugüne kadar Washington aleyhine kitap yazan, karalama haber yapan, sülalesine laf eden, aleyhine film çevireni duydunuz mu? Aleyhe tek söz etseniz, Washington’un meydanında asarlar…

Türkiye’de ise dikkat çekmek isteyenler, hatta ne yazık ki kimi zaman makam peşinde koşan hevesliler Atatürk’ün aleyhine konuşmayı maharet sayıyor…

Atatürk’e, annesine, Milli Kurtuluş Savaşı kahramanlarına laf edenler, ne yazık ki, bazı çevrelerde muteber adam muamelesi görüyor…

TRT’de yayınlanan dizide, Atatürk’ün övülmesini hazmedemiyorlar, “Niçin karalamıyorsunuz, bunun hesabı sorulur” diye tehdit savuruyorlar.

Türk tarihinde ilk kez kurulan Millet Meclisini kapatan, hatta en çok toprak kaybeden Padişah, göklere çıkarılıyor…

Atatürk’ün kurduğu Meclis’te milletvekili olanlar, Atatürk’ün Cumhuriyet’inde belediye başkanı, vali, bakan olanlar, Atatürk sayesinde makam mevki yüzü görenler; Atatürk’ü dil uzatıyor…

Atatürk sayesinde seçme ve seçilme hakkı kazanıp, Atatürk’ün açtığı Meclis’te milletvekili olma şerefine eren birinin Cumhuriyet’e “reklam arası” demesini akıl ve mantıkla izah etmek mümkün mü?

Hem Cumhuriyet’in tüm nimetlerinden istifade edeceksin, Cumhuriyet’in getirdiği özgürlüğü kullanacaksın…

Sonra da Atatürk’e ve Cumhuriyet’e laf edeceksin…

Cumhuriyet düşmanlarına, saltanat özentisi geri kafalılara destek vereceksin…

Türk’ün bağımsızlığını hazmedemeyenler ve Milli Kurtuluş Savaşında düşmanla işbirliği yapanların torunları bugün de kin tohumları ekmeye devam ediyor…

Dün başaramadılar, bugün hiç başaramayacaklar…

*****

Vatan aşkı kazandı

Bir hanımefendi anlatıyor… 1919 yılı idi. İstanbul baştan aşağı İngilizlerin işgali altındaydı. Liseyi yeni bitirmiştim.

Güzel bir kızdım. Dünür gelmeye başladılar.

Biri avukatmış. Gösterdiler uzaktan, boylu poslu yakışıklı bir delikanlıydı, beğendim.

Nişanlandık. Nişanlımı seviyordum.

Mutlu bir yuva kurmak hevesi ile lamba ışığının altında sabahlara kadar oyalar örüyor, çeyizler hazırlıyordum.

Ama çok geçmedi ki mahallede bir dedikodu yayıldı.

“Ayşe’nin nişanlısı avukat değilmiş, ipsizin biriymiş, üstelik cami önlerinden tabut taşıyarak karnını doyuruyormuş” dediler.

Alt üst oldum. Babam götürdü, uzaktan izledik, gerçekten de tabut taşıyordu…

Yıkıldım. Nişanı atıp, ayrıldık.

Aradan 5 yıl geçti. Başka biriyle evlenmiştim, bir de çocuğum olmuştu.

1924 yılıydı. Artık ülkemiz özgürdü.

Bir gün Beyoğlu’nda rastladım ona. Oğlum yanımdaydı. Beni görünce titredi, ceketini düğmeledi.

Saygı göstererek durdu önümde. “Vaktiniz varsa size bir çay ikram etmek isterim” dedi.

“Olur” dedim. Bir büroya girdik.

Burası bir avukatlık bürosuydu ve kapıda adı yazıyordu. İçerde yardımcıları çalışıyordu.

“Siz gerçekten avukat mısınız?” dedim. “Evet” dedi.

“Peki, avukatsınız da neden cami önlerinden tabut taşıyordunuz” diye sordum.

Durdu, başı öne eğildi; “Beni affedin” dedi.

“İstanbul işgal altındaydı. Her taraf İngiliz askeri kaynıyordu. Her şeyi didik didik arıyorlardı. Biz de Anadolu’ya, milli kuvvetlere ancak, cenaze süsü vererek tabutlarla silah kaçırıyorduk. Bu ülke için hayati bir işti. Bunu size bile söyleyemezdim…”

*****             

TEBESSÜM

Güvercin                                    

İki emekli parkta güvercinlere yem atıyorlardı. Birinci emekli:

- Şu güvercinlere ne zaman yem atsam siyasetçileri hatırlıyorum.

- Neden?

- Yerde dolaşırlarken elimizden yiyorlar, havalanınca kafamıza pisliyorlar.

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Milli benliğini bilmeyen milletler, başka milletlere yem olurlar.

Atatürk