Muhsin Yazıcıoğlu...
Ölümünün, daha doğru ifade ile öldürülmesinin üzerinden 10 yıl geçti...
Her yıl Muhsin Yazıcıoğlu'nu anma toplantıları düzenleniyor. Sosyal medyada, haberlerde Muhsin Yazıcıoğlu için methiyeler düzülüyor...
Ancak 10 yıldır Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümüne sebep olan kazayla ilgili bir arpa boyu yol alınamadı...
Sorumluluğu kimse üzerine almıyor...
En son üç beş gariban memura görevi ihmal suçundan dava açıldı...
Gerisi yok...
Ama herkes Muhsin Yazıcıoğlu'nun siyasi rantından pay kapabilmek için yarışıyor...
Günümüzün teknolojik imkanlarıyla eğer Muhsin Yazıcıoğlu'nun cinayetini aydınlatamıyorsak...
Biliniz ki, birileri katillerin bulunmasını istemiyor...
Muhsin Yazıcıoğlu'nun vefat yıldönümünde onun sözlerini paylaşmak, onun siyasi duruşu hakkında konuşmak tabii ki çok güzel...
Türkiye'nin geleceği açısından daha da önemli olan Muhsin Yazıcıoğlu'nun katillerinin ve katillere kimlerin emir verdiğinin bulunmasıdır...
Eğer Muhsin Yazıcıoğlu'nun katillerini ve katillere emir verenleri bulamazsak karanlık eller hep ensemizde olacaktır...
Ülkemizi karıştırmak isteyenler yine boş durmayacaktır...
Konu sadece Muhsin Yazıcıoğlu olayı değildir...
Konu Türkiye'nin geleceğidir... 
Türkiye'de, herkesin gözü önünde bir siyasetçi kaza süsü verilerek öldürülüyorsa...
Öldürenler de uzaktan seyrediyor ve hâlâ bulunamıyorsa...
Bunun üzerinde hepimizin bir değil bin kez düşünmesi gerekir...
Her şey herkesin gözü önünde oldu... Hepimiz şahittik... Hâlâ bu kanlı cinayete kaza diyoruz...
Aradan 10 yıl geçti...
Bir adım yol alamadık...
Kim katillerin bulunmasını istemiyor?
Çok iyi düşünmek lazım...

*****

Nasılsanız öyle yönetilirsiniz
 
Moğol hükümdarı Hülagu, 1258 tarihinde Bağdat'a girerek Abbasi Halifesi Mutasım'ı keçeye sarıp Moğol atlarının ayakları altında ezdirerek öldürtür. 
Şehirde katliamlara başlar ve şehri yağmalar. Kadın, yaşlı, çocuk, hamile demeden binlerce kişiyi öldürür.
Cami, hastane, saray ve benzeri ne varsa hepsini yok eder. Kütüphaneleri ve tarihi eserleri yakar, yıkar. Milyonlarca dini ve ilmi eserin büyük bir kısmını Dicle Nehrine attırır.
Hülagu'nun zalimliğini anlatmak için Dicle'nin günlerce kan ve mürekkep aktığı söylenir.
Hülagu bir gün, şehrin dışına kurduğu karargâhında, o beldenin en büyük âlimi ile görüşmek istediğini bildirir. Bu haber, âlimler arasında korku ve endişeye sebep olur. Öldürüleceği korkusuyla kimse bu davete icabet etmek istemez.
Bu haber zamanın genç âlimlerinden Kadıhan'a ulaşır. Kadıhan, ufak tefek tıfıl bir gençtir. Daha sakalı bile çıkmamıştır. Daveti kabul ettiğini söyleyerek Hülagu ile görüşmeye gidebileceğini, bunun için kendisine bir deve, bir keçi ve bir de horoz verilmesini ister.
Kadıhan, hayvanlarla birlikte çadıra varır. Hayvanları çadırın dışında bırakarak içeriye girer ve kendisini tanıtır. Kendisiyle görüşmek üzere geldiğini söyler.
Hülagu, genci tepeden tırnağa süzer ve beklediği gibi biri olmadığını görünce, "Bana göndermek için bula bula seni mi buldular. Gönderecek başka birini bulamadılar mı?" diye sorar.
Kadıhan gayet sakin bir şekilde; "Görüşmek için iri yarı, boylu poslu birini istiyorsan, bir deve getirdim. Sakallı yaşlı birisi ile görüşmek istiyorsan, bir keçi getirdim. Eğer gür sesli birisiyle görüşmek istiyorsan horoz getirdim. Üçünü de çadırın önüne bıraktım. Onlarla görüşebilirsin!" der.
Hülagu karşısındakinin sıradan birisi olmadığını anlar ve "şöyle otur bakalım" diyerek ilk sorusunu yöneltir. 
"Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir?" diye sorar.
Kadıhan gayet sakin bir şekilde; "Seni buraya bizim amellerimiz getirdi. Allah'ın bize verdiği nimetlerin kıymetini bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mevki, mal mülk peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık. Cenab-ı Hak da bize verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi" der.
Hülagu bu sefer ikinci sorusunu sorar; "Peki, beni buradan kim gönderebilir?"
Cevap çok manidardır; "O da bize bağlı. Benliğimize dönüp ne kadar kısa zamanda toparlanıp, bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek işte o zaman sen buralarda duramazsın..."

***

TEBESSÜM

Kaza

Adam iki eliyle oturduğu koltuğa yapışır ve titreyerek söylenir:
- Hanım neden bu kadar süratli araba kullanıyorsun?
Karısını sinirle cevap verir:
- Hayatım... Frenler hiç tutmuyor, kaza yapmadan bir an önce hızla eve varmaya uğraşıyorum!

*****

GÜNÜN SÖZÜ
Firavun'a karşı çıkmak yetmez, Musa'nın yanında olmak gerekir.
Muhsin Yazıcıoğlu